1930’lu yıllarda konuşulan Türkçe ile 1970’li yıllarda konuşulan Türkçe birbirinden çok farklı. 2000 li yıllarda ise dilin artık iyiden iyiye yabancılaştığı acı bir gerçek.
Hal böyle olunca 45–50 senelik bir yazarın ilk kitabıyla son kitabı arasındaki farkı tahmin etmek hiç de zor değil. Ya da eski bir filmi izlerken duyduğumuz Türkçe’nin geçen zaman içinde nasıl değiştiğini farketmemek.. Yadırgadığımız o Türkçe’nin aslında Öz Türkçe’miz olduğunu düşündüğümüzde hafiften dudak bükeriz. Bazen hayıflanır, bazen de gülüp geçeriz öz Türkçe kelimeleri o ilk okuduğumuz ya da duyduğumuz zaman.
Türkçenin ya da genel anlamda Dil’in bu denli değişmesinin sebebi nedir?
Konunun burasına gelmeden önce Türk Dil Kurumu’nun bu manada Dil’in tanımını nasıl yaptığına bakalım
1-) İnsanların düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için kelimelerle veya işaretlerle yaptıkları anlaşma, lisan, zeban
2-) Bir çağa, bir gruba, bir yazara özgü söz dağarcığı ve söz dizimi
3-) Belli mesleklere özgü dil: Örneğin; Hukuk dili
TDK’nun sözlüğünde farklı tanımlar da var. Fakat konuyla ilgili önem arz edenler bunlar. Bu kısa tanımların ardından Türkçe’nin bozulan yapısı ve ne denli yabancılaştığına gelelim.
Dili güzel ve düzgün kullanmak sadece gramer ve diksiyondan ibaret değil. Dil bilmek ve düzgün kullanmak o dilin edebiyatını, kültürel kimliğini bilmekten geçer.
Bir ulusu ayakta tutan milli değerleridir. Bunların başında da dil gelir.
Dil yaşayan bir olgudur. Tıpkı insan gibi….
İnsanoğlu yaşamsal faaliyetini devam ettirebilmek için nasıl her şeyden önce beslenmeye ihtiyaç duyuyorsa. Dilde böyledir. Devamını sağlayabilmek için beslenmesi gerekir.
Dil, sahip olduğu kültürle, bilimle, sanatla, dünya üzerine yerleşmiş bütün ilimlerle beslenir. Neticede tüm bu öğeler zaman içinde her daim kendini yenileyen, gücünü ve desteğini birbirinden alan ve birbirine bağımlı kavramlardır.
Zincirin halkaları gibi. Halkalardan biri koptuğunda zincir özelliğini kaybetmez, fakat anlamını yitirir. Eskisi gibi işinize yaramayacaktır. Demek ki bütünlüğünün sağlanması için korunmaya ihtiyacı vardır. Korumak, etrafını zırhla örmek değildir. Korumak beslenmesine engel olmak, gelişmesini duraklatmak değildir. Korumak sahip çıkmaktır. Kabullenmektir.
Türkçenin öz varlığını koruyacağım düşüncesiyle, yalınlaştırmak dilin beslenmesine engel olmaktır.
Yani bilimin ve sanatın her kolu anbean kendini besleyerek yenilerken, beraberinde başlıca açıklayıcı ve ifade edici unsur olan dili de besler. Bu da dil’in zaman içinde değişime uğramasına neden olur.
Peki, bu değişimin ölçüsü ne olmalı? Ya da bir sınırlama getirilmeli mi?
Lisanda süregelen bu yabancılaşma yüzyıllardır dünya üzerindeki birçok dilde söz konusu. Yani birçok dil birbiriyle iletişim halindedir.
Türkçe’de de durum aynı. Bu gün Öz Türkçe olarak bilinen kelimelerin büyük bir çoğunluğu sanıldığının aksine, Arapça Farsça ve Fransızca kökenli kelimelerdir.
Selçuklular döneminde, ana dil Farsça olarak ilan edilmiş ve özellikle devlet işlerinde tamamıyla Farsça kullanılmıştır. Farsça’nın anadil olarak tam manasıyla kullanımı , Selçuklu devletinin yıkılmasıyla son bulmuştur. Bugün hala kullandığımız Türkçe içinde Farsça kelimelerin olması o dönemden kalmıştır.
Demek ki asırlar sonra dahi dil sürekliliğini koruyabiliyor. Buradan yola çıkarak Türkçe’deki yabancılaşmanın zamanla dili tamamen ortadan kaldırdığı, yok ettiği hakkında fikirlerin ileri sürülmesi tamamen yersizdir.
Türkiye’nin resmi dili Türkçe’dir.
Farsça örneğindeki gibi ulusun tamamen ortadan kalkması dahi Türkçe’nin tamamen yok olmasına sebep olamaz.
Dil’de önemli olan, konuşulan ya da okunan ile hedefte var olanı hissettirebilmektir. Dili, toplumsal fenomenler amaç, bilimsel fenomenler ise araç olarak kullanılır.
Eğer dil besleyici kaynağını farklı kültürlerin dilinden almaya başlarsa, kendisiyle birlikte kültürünü de değiştirir.
Dil’in yaşayan bir olgu olarak farklı karinelerden beslenerek değişime uğraması normaldir. Önemli olan bunun yönünü tayin edebilmek. Dışa değil içe, öze doğru yönlendirmektir. Bu noktada önemli olan değişimin müspet yönde olmasıdır.
Türkçe’nin yabancılaşması adına, sıfırdan hızla uzaklaşan negatif yönü, popüler kültürün bir eseridir.
Türkçe, canlı tutmaya çalışırken öldüren, güzelleştirmeye çalışırken çirkinleştiren, modernize edeyim derken postmodernliği arattıran bir kalıba sokulmuştur.
Türkçe’nin bu denli bozulmasındaki ana sebeplerden bir diğeri, sözlü ya da yazılı ifadelerde, anlatımın kelimelerde değil fikirlerde gizli olduğunun bilincine varılamamış olmasıdır.
Kelimeler sadece araçtır.
Düşünce tarzının ne denli dar oluşu, bakış açısının sınırlandırılması, bilgi, beceri ve deneyim eksikliğinin sebebi, gelişmeyen kültürel yapıda, bilgi dağarcığında, ufkun ne denli alçakta oluşunda aranmamış, bütün bu eksikler kelimelerle kamufle edilmeye çalışılmıştır.
Değişim kelimelerle olmaz.
Değişim beyinlerde olur. Kelimeler sadece araçtır.
Türkçe’nin korunmasında ve düzgün kullanılmasında kelimelerin ayırt edici özelliği, kelime dağarcığının geniş tutulmasında yatar. Yani birkaç kelime de değil, yüzlerce kelime de.
Başta araç olarak belirttiğimiz kelimelerin kullanımdaki çeşitliliği, ifade ve anlatım gücünün önünü açar. Yani kelime hazinesinin genişliği kişideki düşünce ve his dünyasının ne kadar geniş olduğunu ifade eder.
Kullanılan kelimelerin çokluğuyla kişi fikirlerini daha kolay beyan eder. Kelimelerin kılıçtan keskin tesiri düşüncelerle birlikte, sevgiyi, nefreti, acıyı, vicdanı, korkuyu, heyecanı da bir ayna misali karşı tarafa yansıtır. Saatlerce yapılan konuşmanın karşılığında kullanılan bir kelime ifade gücünün anlatımdaki ustalığı gün yüzüne çıkartır. Önemli olan alt yapıya sahip olmaktır.
Dilin kullanılmasın da, alt yapıyı sınırlı sayıdaki kelime hazinesi değil, Kültürel geçmişin farkındalığı, bilgi ve beceri oluşturur.
Burada vücut dili, diksiyon, üslup gibi dili besleyen ek karinelerden bahsetmiyorum. Çünkü Lisanı en iyi kullanmada asıl araç kelimelerdir. Kelimelerin inanılmaz büyüsü ise kelime dağarcığının çokluğunda yatar.
Kelime hazinesinin çokluğunu, Türkçe’nin düzgün kullanımındaki telakkisi ile bağdaştıran, bilgi birikimi, fikirler ve düşünce tarzıdır.
Türkçe’nin düzgün kullanımı ve korunması ile ilgili bu güne kadar birçok fikir beyan edildi. Her dile gelen beyanattaki ortak nokta Türkçe’ye sonradan girmiş olan yabancı kelimelere yer vermemek, onların yerine Türkçe karşılıklarını kullanmaktı.
Gelinen bu noktada “nasıl gerçekleştirebiliriz?” sorusu gün yüzüne çıkıyor.
Okuma alışkanlığının yanında kitle iletişim araçlarının da faydalı bir şekilde kullanılması çözüm olabilir. Televizyon kanallarında,
radyolarda, günlük gazete ve dergilerde bu konuda yapılması gerekenlerin benimsenip uygulanması gerekir. Bilimsel içerikli kitap ve yayınlar dışında Yazarlarımız, aydınlarımız ve bilim adamlarına da büyük görevler düşüyor. Aslında ‘görev’ olarak nitelendirilmesi yanlış, fakat her entelektüelin, ‘yaşam biçimi’ haline getirmesini gerektirecek kadar önemli bir konu.
Kitle iletişim araçlarında ise düzenleyici yasalar çıkartılabilinir. Ya da mevcut olanları tekrar gözden geçirilmeli.
Türk Dil Kurumu bu konuda; ilkini 1995 yılında, ikincisini ise 1998’de çıkardığı “Yabancı Kelimelere Karşılıklar” isimli kitabı önemli bir kaynaktır. Fakat birçok kişi bu eserden haberdar değil. Bu tür kitapların yaygınlaştırılması, ilk ve orta dereceli okullarda okutulması zorunlu bir kitap olarak yasalaştırılmalıdır. Özellikle bu konuda eğer bir yapılandırma/yenileme süreci başlatılacaksa, bunun temel eğitimin ilk basamaklarından başlanılması, benimsetilmesi açısından da eğitim süresince devamlılığı sağlanmalıdır.
Neden mi?
Türkçe’deki bu yabancılaşma gündelik hayattın içine hızla kaymaya devam ediyor. Neticede; yetişmekte olan genç nesil ana diline karşı ön yargılı davranıyor. Öz Türkçe’nin varlığından bihaber yetişip, kullanılan yabancılaşmış Türkçe’yi gerçek öz Türkçe olarak benimsiyor.
Yabancı sözcüklerin Türkçe’nin içine girip yerleşmesi, Türkçe’nin kısırlaşmasına sebep oluyor.
Türkçe’deki kısırlaşma, dilin kendi öz varlığını koruyarak gelişmesine engel olur.
Eski Türkçe diye adlandırılan öz Türkçe’mizin zamana karşı silinmeye yüz tutmuş izleri, beraberinde bir kültür mozaiğini de yok etmektedir.
Bu kültürel değişim Türk edebiyatına da yansımış durumda. Osmanlıdan günümüze her dönem farklı bir akımla adlandırılan Türk edebiyatı, son yıllarda kimliğini yitirmeye başlamıştır.
Edebiyattaki kimlik arayışı, kültürden ve dilden uzak olarak kişiselleştirilmiştir.
Kültür mozaiği denilen olgunun içine aldığı kavramlar bir bütün olarak işlenmeli. Geçmişi yok etme pahasına yeni bir Türkçe arayışı engellenmelidir. Durumun arayıştan ziyade bir yaşayış biçimine dönüşmesi Türkçe’de kapanması zor yarlar açar.
Konuyla ilgili geçmişte Meclis Araştırma komisyon kurulsa da yapılan çalışmalar yetersiz kalmıştır. Bu gün Türkçe’nin içine düştüğü açmazdan Dil bilimcilerinin ve Türkologların inceleme ve araştırmaları ışığında alacağı ve kesin sonuca ulaştıracak formüllerin bulunması gerekiyor.
Öz Türkçe’nin korunmasında formüle edilecek teknik dönüşüm onların sayesinde atlatılabilinir. Fakat Türkçe’nin düzgün kullanımı ve korunmasını gelecek tarihlere taşıyacak olan Türk edebiyatçılarıdır.
Türk dili, Tanzimat’tan bu güne her edebiyat döneminde farklılıklar göstermiştir. Türkçe’nin kullanımında özün korunması adına yapılan çalışmalar ve söylemler edebiyat tarihimiz kadar eskidir.
“Servet-i fünun döneminde, yazarların batı edebiyatı ve dilini örnek alınarak geliştirdikleri edebiyat, adını aldığı dergide “Edebiyat ve Hukuk” adlı makalenin yayınlanması ile dönemini kapatmıştı. Makale o dönemde siyasal yönden tahripkâr bulunsa da “Türkçe’nin kullanımında özün korunması” adına yapılan çıkışlara eski bir örnektir.
Bu demektir ki Türkçe; asıl edebiyatçılarımızın kaleminde hayat bulur. Adeta Yeniden doğar. Özverili yaklaşımlarıyla, aslını ve kültürünü koruyacak olan onlardır.
Kelimeler… Kimi kalemlerde mistikleşir… Kimilerinde ise asidir.
Kimi kalemlerde uysal… Kimi kalemlerde inatçıdır, dediğim dedik tarzında taviz vermez üsluplar.
Kimisinde hep bir açık kapı bulursunuz, tartışmaya, eleştirilmeye amade.
Kimi kalemlerde romantizm başroldedir, cesur ve pervasız.
Kimi kalemler vardır ki asla kopamaz kendi nostaljisinden, dört duvara mahkûm.
Her ne şekilde olursa olsun bu görev işin ehli olan kişilere emanet edilmeli.
Yasalarla, yasaklarla değil, kültürel açılımlarla beyinlere ve yüreklere kazınarak işlenmeli…
Yıllar sonra Türkçe kendi öz kimliğine geri dönmeyi başarırsa bu gün Türkçe’de yaşadığımız bu yabancılaşma belki de farklı bir akım olarak edebiyat tarihindeki yerini alacaktır.
Türkçemize sahip çıkalım
EN ZENGİN VE EN GÜZEL DİL TÜRKCEDİR. ONU KORUMAK İÇİN HER ŞEYİ YAPARIM .SENİ SEVİYORUZ TÜRKCE.
Sen bi ‘Türkçe’ demeyi öğren
tarık belki telefonla yazdı klavyesi ingilizce ç yi yazamadı herkezin hatası olur herkezin duygularıyla dalga geçemezsin
teşekürler işalah hocam beğenir
TDK’nın olacak o.
TE-DE-KA değil o canım,TE-DE-KE.Türkçede KA diye bir şey yok,KE o.
TDK’nun değil;TDK’nin.Bu kadar şey dediniz de bunu yanlış yazıyorsunuz.
Türkçesi için bakınız: "Anlaşılan insanlar artık okuduğunu da anlamıyor. O kadar okudunuz bari yazıya yorum yaparken Türkçemizi doğru kulanın. "Okuyom, bitmiyo, ya" gibi kelimeler böyle bir yazının altına yorum olarak yakışmıyor! Ayrıca Türkçede üç nokta dışında tekrarlanan noktalama işareti yok, bilmeyenlere duyurulur!"
tarihi çok eskilere dayanan ve dünyanın en büyük dilerinden biri olan Türkçeyi konuşan Türklerin asırlar boyunca medeniyet dünyasına kazandırdıkları zenginlik ve güzelikler herkesin malumudur son dönemler de dilimizin yozlaştığı sadeliğini yitirdiğini görürüz dil bir milet için aynı zaman da düşünme yorumla zenginliği yanında bağımsızlığıdır eğer bir Türk isek Türkçe konuşmalıyız vatanını seviyorsan diline sahip çık türküm diyorsan Türkçe konuş dili olmayan devlet ,yok olmaya mahkumdur ülkenin dili geleciğidir
Dil, bir miletin oluşmasındaki en önemli etkenlerden biridir. Toplumlar, dileri sayesinde varlık kazanırlar. Kendi kültürünü yansıtan özgün bir dile sahip olmayıp da milet bilinciyle uzun süre hayata kalabilen bir toplum görmek imkânsızdır. Çünkü dil, bir kültürün taşıyıcısı, hata aynasıdır. Bir toplumun kimliğini anlamak için diline bakmak gerekir. Dil, o dili konuşan halk için bir tür müzedir, taşıyıcısı olduğu her kültür için bir anıtır.
Dil, bir iletişim aracı olmaktan çok daha fazla şeyi ifade eder. Her dil, o dili konuşan toplumun tarihinin ve kültürünün taşıyıcısıdır da. “Bir lisan bir insan iki lisan iki insan” atasözü, birden fazla dil bilmenin kişiye katacağı zenginliği çok güzel vurgular. Birey ne kadar çok dil bilirse ufku da o kadar genişler. Ancak her insan için anadilinin ayrı bir önemi ve yeri vardır. Anadili kişinin dünyayla ilk iletişim kurma sürecinde edinip öğrenmeye başladığı ve dolayısıyla kişiliğinin, kimliğinin, duygusal ve zihinsel gelişiminin ayrılmaz bir parçası niteliğini taşıyan dildir. İkinci dil öğrenmediğimizde bir eksiklik yaşayabiliriz ama anadilimizi yitirdiğimizde benliğimizin ve kimliğimizin, duygusal ve zihinsel bütünlüğümüzün çok önemli bir tamamlayıcısından mahrum kalırız.
Anadil, çocuğun kendi anesinden, ailesinden, çevresinden, içinde bulunduğu kültürel/dilsel topluluktan belirli, bilinçli bir öğrenim evresi olmaksızın edindiği, öğrendiği dildir. Anadili, insan kadar doğal olan, insanın hayatında vazgeçilmez yeri bulunan dildir.
Anadil eğitimi ailede başlayan bir süreçtir. Bütün insanlar konuşmaya başladığı ilk andan itibaren konuşmalarında ebeveynlerinin izinden giderler, ebeveynlerini taklit etmeye çalışırlar. Ailede ne işitirse o şekilde konuşur. Bu süreci okul hayatı takip eder. İnsan, okulda öğretmenden, arkadaşlarından kısaca çevreden ne duyarsa kelime dağarcığına duyduklarını ekler. Bu nedenle eğitim hayatı çocuğunun dilini doğru öğrenmesi açısından hayati bir öneme sahiptir. Okularda Türkçe, edebiyat dersleri vardır; bu derslerde dilbilgisi, yazın türleri okutulur, öğretilir. Gelgelelim, konuşma öğretilmez ve öğretilemez. Çünkü Türkçe dilbilgisi ve yazın derslerini öğreten kişi, Türkçenin nasıl konuşulacağını, nasıl konuşulmaması gerektiğini öğrenmeden öğretmen olmuştur.
Günümüzde böyle bir eğitim hayatı geçiren gençlerin çoğu, Türkçeyi Türkçe gibi konuşamamaktadır. Yarı İngilizce yarı Türkçe konuşurlar fakat bunun bile farkında değilerdir. Çünkü onlar belki de şimdiye kadar doğru Türkçeyi kulanan kimseyle karşılaşmamışlardır.
Bu sorunlara çözüm için; başta eğitim fakülteleri ve öğretmen yetiştiren diğer kurumlarda Türkçe konuşma, yazma derslerine ağırlık verilmelidir. Diksiyon ile ilgili eğitimler verilmelidir. Vatandaş olarak dilimizin zenginliğinin farkına varmak için Türk edebiyatı klasik eserlerini okumalıyız. Dilimizi doğru kulanmak amacıyla yapılan eğitimleri takip etmeliyiz ve bu eğitimlere katılmalıyız
temiz türkçemiz adlı bir performans ödevi arıyorum
BİR ÖDEVİM VAR TÜRK DİL KURUMUNA TÜRKÇEMİZİN DÜZGÜN KULANIMIN İÇİN BİR MEKTUP YAZMAM GEREKİR NASIL YAZA BİLİRİM
Öz Türkçe’nin korunmasında formüle edilecek teknik dönüşüm onların sayesinde atlatılabilinir. Fakat Türkçe’nin düzgün kulanımı ve korunmasını gelecek tarihlere taşıyacak olan Türk edebiyatçılarıdır.
Türk dili, Tanzimat’tan bu güne her edebiyat döneminde farklılıklar göstermiştir. Türkçe’nin kulanımında özün korunması adına yapılan çalışmalar ve söylemler edebiyat tarihimiz kadar eskidir.
“Servet-i fünun döneminde, yazarların batı edebiyatı ve dilini örnek alınarak geliştirdikleri edebiyat, adını aldığı dergide “Edebiyat ve Hukuk” adlı makalenin yayınlanması ile dönemini kapatmıştı. Makale o dönemde siyasal yönden tahripkâr bulunsa da “Türkçe’nin kulanımında özün korunması” adına yapılan çıkışlara eski bir örnektir.
Bu demektir ki Türkçe; asıl edebiyatçılarımızın kaleminde hayat bulur. Adeta Yeniden doğar. Özverili yaklaşımlarıyla, aslını ve kültürünü koruyacak olan onlardır.
Kelimeler… Kimi kalemlerde mistikleşir… Kimilerinde ise asidir.
Kimi kalemlerde uysal… Kimi kalemlerde inatçıdır, dediğim dedik tarzında taviz vermez üsluplar.
Kimisinde hep bir açık kapı bulursunuz, tartışmaya, eleştirilmeye amade.
Kimi kalemlerde romantizm başroldedir, cesur ve pervasız.
Kimi kalemler vardır ki asla kopamaz kendi nostaljisinden, dört duvara mahkûm.
Her ne şekilde olursa olsun bu görev işin ehli olan kişilere emanet edilmeli.
Yasalarla, yasaklarla değil, kültürel açılımlarla beyinlere ve yüreklere kazınarak işlenmeli…
Yılar sonra Türkçe kendi öz kimliğine geri dönmeyi başarırsa bu gün Türkçe’de yaşadığımız bu yabancılaşma belki de farklı bir akım olarak edebiyat tarihindeki yerini alacaktır.
türkçmizi korumamız gerek koruyamasak artık türkçe diye bir dil olmayacak artık turksh olacak bu yüzden türkçemize sahip çıkmalıyız
abi farkında mısın sende yanlış yazmışsın. TDK’nin değil. TDK’nın (TE-DE-KA DİYE OKUNUR.)başkalarında hatayı arayacağına önce kendinde aramalısın.
TDK’nun ne lan? Bir de gelmiş yorum yazmış. TDK’nin olacak o hocam. TDK’nun yazacağına Türk Dil Kurumu’nun diyeceksin. Makale yazsan ne olacak adam bildiğini okuyor.
bence güzel ama sadece çok uzun 😀
burda ne öretiliyor yorumlara bakar mısınız yani burda türkçenin önemi anlatiliyor adam gitmiş thanks yaziyor
BaŞaRıLaRıNıZıN DeVaMıNı DiLeRiM…
baylar bayanlar ve sayın erhan er trükçe proje ödevimle aynı konu gibi bişey sizce bu yazıdan iyi bir not olur mu ? ve bu yazı tam proje ödevime uygun bir yazı mıdır?
Kelime hazinesinin çokluğunu, Türkçe’nin düzgün kulanımındaki telakisi ile bağdaştıran, bilgi birikimi, fikirler ve düşünce tarzıdır.
Türkçe’nin düzgün kulanımı ve korunması ile ilgili bu güne kadar birçok fikir beyan edildi. Her dile gelen beyanataki ortak nokta Türkçe’ye sonradan girmiş olan yabancı kelimelere yer vermemek, onların yerine Türkçe karşılıklarını kulanmaktı.
Gelinen bu noktada “nasıl gerçekleştirebiliriz?” sorusu gün yüzüne çıkıyor.
Okuma alışkanlığının yanında kitle iletişim araçlarının da faydalı bir şekilde kulanılması çözüm olabilir. Televizyon kanalarında, radyolarda, günlük gazete ve dergilerde bu konuda yapılması gerekenlerin benimsenip uygulanması gerekir. Bilimsel içerikli kitap ve yayınlar dışında Yazarlarımız, aydınlarımız ve bilim adamlarına da büyük görevler düşüyor. Aslında ‘görev’ olarak nitelendirilmesi yanlış, fakat her entelektüelin, ‘yaşam biçimi’ haline getirmesini gerektirecek kadar önemli bir konu.
Devamı: .yenimakale.com/wordpres/turkcenin-duzgun-kulanimi-ve-korunmasi.html#ixz2Sabls3**
bu yazıları bize sunan internete teşekür ediyorum sizede sevgilerimi iletiyorum
Geçmiş yılara bakıldığında kulanılan Türkçe’nin zaman içinde nasıl değiştiğini fark etmemek mümkün mü?
1930’lu yılarda konuşulan Türkçe ile 1970’li yılarda konuşulan Türkçe birbirinden çok farklı. 2013 lü yılarda ise dilin artık iyiden iyiye yabancılaştığı kötü bir gerçek.Durum böyle olunca 45-50 senelik bir yazarın ilk kitabıyla son kitabı arasındaki farkı tahmin etmemek çok da zor değil .Ya da eski bir türk filmini izlerken duyduğumuz kelimelerin ve cümlelerin nasıl yozlaştığını,değiştiğini fark edememek.Yadırgadığımız o Türkçe kelimelerin Öz Türkçemiz olduğunu hatırladığımızda dudak büker,üzülürüz.Ya da Bazen yadırgadığımız zaman gülüp geçer veya hayıflanırız.
İnsanoğlu yaşamsal faliyetlerini devam etirmek için herşeyden önce beslenmeye ihtiyaç duyar.Dilde böyledir devamını sağlayabilmek için beslenmesi gerekir.Dil, sahip olduğu kültürle, bilimle, sanatla, insanların düşünceleriyle beslenir.
İnsanlar çoğu kelimelerin anlamını bilmeden konuşur veya anlamını bilir ama nasıl ifade edeceğini bilmez işte buda Türk Dilinin Kulanımının yozlaşmasına sebep olur. ‘’Mustafa Kemal Atatürk’’Dili güzel ve düzgün kulanmak sadece gramer ve diksiyondan ibaret değil. Dil bilmek ve düzgün kulanmak o dilin edebiyatını, kültürel kimliğini bilmekten geçer.’’sözüyle dil sadece temel bilgilerden ibaret değil,dili bilmel ve kulanmak kişinin o kültürü ne kadar iyi bildiğinin kanıtıdır der.Başka örneklerde verirsik ‘’ Bir ulusu ayakta tutan mili değerleridir. Bunların başında da dil gelir.’’ sözüyle dil bir kültürün mili değeri,bir mileti ayakta tutan araçtır der.
Öz Türkçemiz bize yabancılaştığından beri dilimizin kulanımı farklı seviyelere gelmiş,farklı anlamlar üretilmiş,Türkçemize yabancı kelimeler gelmiştir.Bunlar;Taxi,Pahsa,Cafe ve bu kelimeler Türkçeye girerek Türk Dilinin Kulanımını yozlaştırmış bize çağ atlatmak yerine çağ geriletmiştir.
Türkçe’nin düzgün kulanımı ve korunması ile ilgili bu güne kadar birçok fikir elde edildi. Türkçe’ye sonradan girmiş olan yabancı kelimelere yer vermemek, onların yerine Türkçe karşılıklarını kulanmaktı.
Yılar sonra Türkçe kendi öz kimliğine geri dönmeyi başarırsa bu gün Türkçe’de yaşadığımız bu yabancılaşma belki de farklı bir akım olarak edebiyat tarihindeki yerini alacaktır.
Deniz GözeL…
Türkçe derslerim iyi değildir.(Çünkü doğduğumdan beri yurt dışında yaşıyorum.) Ama bir insan olarak iyiyi ve kötüyü ayırt edebiliyorum ve şunu söylemeliyim ki şuana kadar gördüğüm en kötü deneme yazısı. Siz hiç paragraf ya da konu benzerliği diye bir şey duymadınız mı?
Sayın Erhan Er. Yazınızı bir vesileyle okudum ve bu yazıya bir cevap yazma mecburiyetim olduğuna kanat getirdim. Ne iş yaptığınızı bilmiyorum ama bu konuda fikir yürütüğünüze göre mürekep yalamış birine benziyorsunuz. Daha düne kadar Türkçe’nin bir kabile dili olduğunu, asla bilim dili olmadığını söyleyenlere karşı bu ülkede dimdik ayakta duran, canla başla Türkçeyi savunan ve bugünkü ( özelikle yurt dışındaki) kuşakların güzel Türkçe’mizi sevip düzgün konuşmasında çok büyük payı olan birine yaptığınız yakışıksız saldırılar Türkçe sevdalısı olduğunu söyleyen birine hiç yakışmıyor. Her gün yeni yeni ortaya çıkan Ulusalcı ( miliyetçi değil), Türkçeci veya Meselâ kelimesinin arapça olduğunu söyleyip bunun yerine Örnek, örneğin kelimelerini kulanan ama örnek kelimesinin Ermenice olduğundan habersiz olanlardan değilseniz Yavuz Bülent Bâkiler beyefendiden derhal özür dilemelisiniz.
Eğer Türkçe’mizi korumak ve yaşatmak uğrunda birilerini düşman görüyorsak Yavuz Bülent Bâkiler listenin en sonunda yer alır. Hata hiç listeye girmez.
Siz eğer Türkçe düşmanı arıyorsanız. Bu güzel Türkçe’mizi SALa bindirip SELe verenlerle, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesini bu gençlerin anlayamayacağı şekilde DİLimizi bozanlarla uğraşın.
Sevgi ve Selâmlarımı sunarım.
ben bunu türkçe dersi projesi olarak yazacağım ama çok uzun özetini çıkarsanız daha iyi olur ama teşekürler:))))
YAVUZ BÜLENT BAKİLER’E ve ONUN GİBİLERE BURADAN AÇIK ÇAĞRIMDIR
Değerli insan, saygıdeğer saygıdeğer aga-beyciğim; öncelikle şahsım ve nerden geldiğini bilen, kökenlerine sahip çıkmaya çalışan tüm Türkler adına size saygı, selam ve sevgilerimi ve de “Eseflerimi” gönderiyorum. Diyeceksin ki neden;
Ben, yılardır sizin gibi Türk’ün, Türklüğün öncüsü, savunucusu, araştırıcısı ve bir nevi koruyucusu olarak bildiğim ya da zanetiğim (Şimdi ise öylemi – değimli diye teredüte düştüğüm) büyüklerimi takip ederek, Türk Dilini doğru kulanma ve kültürümüz hakında ortada dolaşan yanlış ve iftiralara karşı durma yolunda mücadele etmeye çalışan bir öğretmenim.
Fakat şunu anladım ki; kendim dahil dünyanın hiç bir yerinde Türk Dili ve kültürü hakında yeterli derecede bilgi ve belgelere sahip ne bir şahıs ne de bir kurum var. Bildiğim kadarı ile Yusuf Has Hacip, Kaşgarlı Mahmut, Gaspralı İsmail Bey ve Mustafa Kemal Atütürk gibi canla başla bu uğurda çalışmış bu yola başkoymuş bir kaç kişi dışında öne çıkan yolumuzu aydınlatan pek kimse olmamıştır.
Sizin konuşmalarınızı ilk dinlediğimde, yazılarınızı ilk okuduğumda küçük bir çocuktum. Sizi dinlerken ve okurken özgüvenim artıyor, kendimden ve mensubu olduğum Türklükten gurur duyuyordum. Ben de onun gibi olacağım miletimin yükselmesi, diğer miletlerden geri kalmaması için elimden geleni yapacağım diye kendime söz vermiştim.
Ne yazık ki, zaman içinde gördüğüm şu oldu; benim büyük bildiklerim, kendime önder saydıklarım, Türk Diline ve Kültürüne sahip çıktıklarını ve onu yaşatıp geliştirmeye çalıştıklarını zanetiklerim tarihi Türk düşmanlarının herzamanki yaptıkları kaleş, arsız ve ahlaksızca manevraları ve çirkeflikleri karşısında yele karşı koyamayan kuru bir yaprak gibi salanıp ha düştü ha düşecek görüntüsü çizen silik şahsiyetlere döndüler. Sizi de 1 Mart da onlardan biri olarak gördüm ve çok üzüldüm çok.
1 MART 2012 Tarihli Türkiye Gazetesi’ndeki Tehran’dan gelırem başlıklı köşe yazınızı okuyunca başımdan sanki kaynar sular döküldü, buz kesti yüreğimi buz.!!! Benim kendime önder gördüğüm insan bunları düşünür ve yazarsa vah benim halime vah Türk Miletinin haline dedim kendi kendime. Türk insanının beynine bir kurşun sıksaydınız bunları yazmandan daha büyük zarar ve acı veremezdiniz. Sizin yaptığınızın verdiği acı ve zarar Stalinin ve benzerlerinin bu halka verdiği acıdan ve zarardan geri kalmaz bence daha kötüdür.
Şöyle diyorsunuz yazınızda; “İran’la geçimsizlik ne bizim ne de İran’ın lehine bir fayda doğurur. O bakımdan bizim İran’la kültür münasebetleri içinde bulunmamızın büyük güzelikleri ortaya çıkacaktır. Başta Firdevsi’nin 60.000 beyitlik Şehnamesi, Şirazlı Şadi”nin o çok meşhur Gülistan ve Bostan isimli eserleri Hz.Mevlana’ın 6 ciltlik Mesnevisi ve diğerleri, bizim ülkemizde okunmalı, okutulmalıdır. … Bizim dilimizde Farsça’dan 1600 civarında kelime var. Onlardan bir tekini bile dilimizden çıkarıp atmamalıyız. Artık o kelimeler de bizim öz dilimizin kelimeleri olmuşlardır. Mesela Gül Kelimesi Farsçadır. … Peygamber kelimesi de, Bahçe, Aş, Asya, Azar … . Onları dilimizden nasıl sileriz….”
Orhun yazıtlarında Çin’in ipeğine bilmem nesine kandık, aldandık ve kaybetik denilerek uyarılmaktayken; merak ediyorum siz İran’ın ya da Farsların neyine kandınız da bu kadar kendinizden geçtiniz. Bu kadar ucuza gideceğiniz hiç aklımın ucundan geçmezdi.
İşte kültür emperyalizminin sonuçları bunlardır. İşte; bir mankurt ya da bilinçli hain ancak bunları söyler ve söyleyebilir. Mankurt adayları önce başkalarının dilini, kültürünü, ipeğini bilmemnesini sever-benimser, sonra kendi değerlerini yetersiz ve yersiz görerek zamanla terk ederek tam mankurtlaşır hata çevresindekilerin de kendisi gibi olması için çabalar “Şeytan misali”.
Azerbaycanın bir kısmını işgal eden, orada katliamlar gerçekleştiren Türkü ve Türklüğü kendisine bir numaralı düşman seçen Ermenistan’ı sırf Azerbaycan kendine gelmesin, aman güneydeki Azeriler, Türkmenler, Avşarlar vs Türkler kendilerine gelemesinler uyanamasınlar diye destekleyen, ortasya Türk topluluklarıyla bağımızı kesmek için türlü çeşitli fırıldaklar çeviren, (Bunu geçmişte de Osmanlı ve Selçukluya karşı hristiyanlarla işbirliği yaparak yaptı) İran mı bizim dostumuz olacak. Sizin gibi biri nasıl böyle düşünebilir. Böyle düşünmek İran rejimlerinin ve tarihi İran kültünün ayakta durabilmek için kültürel hapishaneye tıktığı milyonlarca soydaşına ihanetir ihanet.
Dilimizde 1600 farsça kelime var diyorsunuz. Belki daha fazlası da vardır. Dilimizde sadece farsça kelime yok ki. Binlerce Arapça, Latince vs. kelime de var. Şöyle oturup sırf Türkçe kelimelerden oluşan bir yazı yazmaya çalışsak bir sayfalık bir yazıyı bir günde yazamayız yazsak bile meramımızı anlatamayız. Öyle ise, yazık değil mi bizim güzel dilimize, biz de hiç utanma arlanma yok mu da gidip başkalarının kelimelerini alıp kulanıyor kendimize ait olanları kulanmıyoruz. Bir de Gül, Bahçe ve Aş kelimelerinin Farça olduğunu yazmışsınız. Nolur yapmayın böyle. Cahil biri yazsa neyse de size bu yakışmıyor değerli ağabeyciğim.
Gül gül-mek kelimesinin kökü olarak Türkçedir. Ama çiçek ismi olarak Gül Farsçadır. Aş ise tamamen Türkçedir. Aş, A (ç)ş –ık- mak kelime kökünden gelir. Bahçe nin aslı Bag(ğ)ca dır. Bu gibi Türkçe olup ta yapancı zanetiğimiz bir çok kelime var. Azeri (Uz –er-i), Azerbaycan (Uz –er-i beg(bey) ve farsça olan ian (yan) ekinden oluşmuştur.
Bir taraftan güzel dinimizi ve sevgili peygamberimizi alet edinerek ve bahane göstererek Arapça kelimeleri Türkçeye dolduranlar, bir tarafta bilim, teknoloji ve modayı bahane ederek batı hinduca (İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Rumca vs) kelimeleri dilimize sokanlar, bir taraftan sizin gibi kültür-edebiyat bilmem ne havalarıyla orta hinduca (Farça) kelimelerini dilimize ortak edenler dilimizi bu hale getirdiler.
Bir yazar düşünün Türkçe ak’ı değil beyaz’ı, kara’yı değil siyah’ı. Ana’yı değil valide’yi, kardaş (Karındaş) ı değil birader’i (daha size sayabileceğim yüzlerce binlerce örnekleri var) kulanırsa, bir din alimi savcı yerine peygamber’i ucmak yerine cenet’i, Yaradan, ya da Tanrı yerine Hüda ya Rab’ı vs (Yine yüzlerce örnek verilebilir) yazar söylerse, doktoru, mühendisi, edebiyatçısı, öğretmeni Latince, Farsça, Arapça kelime ve kelime öbeklerini böbürlenircesine ve güzel-faldalı bir şey yaptığını sanırcasına her türlü ortamda yazar-çizer ve söylerse sonuçta olacağı bu.
Orhun yazıtlarında ne diyor “Ey Türk Titre ve Kendine Dön” . Ben de diyorum ki; Ey Türk sen kendi dilini kültürünü iyiden iyiye araştırıp gerçek kaynağına ulaşıp doğruları bularak yabancı olanların yerine bunları tekrar koymazsan, dilini kültürünü onlardan temizlemezsen seni yavaş yavaş, titrete titrete kendilerine döndürürlerde gıkın çıkmaz.
M.Ö.1500 -M.S.600 dönemi içerisinde de Ari (Hind kökenlilerin) lerin sistematik ve canavarca sömürgeleştirip dil ve kültürel asimilasyonuna tabi tutukları yerlileri aslında Türk (UZ) olan Avrupa kıtası, Afganistan, İran nüfuz bölgesine komşu Türkistan, Kafkasya ve Mezopotamya olarak adlandırılan Sümer Bölgesi (Ki kanatime göre kuzey İran da bu bölgeye dahil idi) gibi bölgelerde yaşayan Türkler tarihin değişik dönemlerinde, doğal felaketler ya da dini akımlar sebebiyle öz kültürlerini bazı yerlerde topluca, bazı yerlerde ise kısmen kaybetmiş ya da zayıflatmışlardır.
Malesef güzel dinimiz islama giren Türkler, başta doğru olan fakat sonradan Emevilerin Arapçı politikalarının egemen olduğu islamlaştırma yöntemleriyle dilerini ve kültürlerini kaybetmeyle yüzyüze kalmışlardır. Sevgili peygamberimiz kesinlikle böyle bir duruma izin vermez, doğru bulmazdı.
Başka miletlerin değerlerini yok etme, hor görme, çeşitli biçimlerde aşağılama, insanların ve yaşantılarında kulandıkları öğelerin adını Arapça olarak değiştirme ya da değiştirmeye özendirmenin ne Kur’an da ne de Sevgili Peygamberimizin hayatında ve söylemlerinde bir yeri yoktur ve olmamıştır.
Dilimize binlerce Arapça kelimeyi doldurduk, kitaplarımızı Arapça – Farsça kelime deyim ve deyişlerle doldurduk da sanki Yüce Kitabımızı daha mı iyi anladık, O sevgili rahmet peygamberinin bize anlatığı yüce dinimizi daha mı iyi yaşadık? Takliten ileri gidebildik mi? Sanki Arap gibi olmadan iyi bir müslüman olunamaz gibi bir olgu oluşturulmuş ve bu yüzyılarca devam etirilmiş hala da devam etirilmeye çalışılmaktadır. Oysa Türkler ve Arap olmayan diğer insan toplulukları Arap ismi alarak ve Arap kültürünü benimseyerek daha iyi bir müslüman olamadıkları gibi, taklitcilikten ileri gidememişler tek kârları (Zararları) kendi dil ve kültürlerini zayıflatmak hata kaybetmek olmuştur. Son araştırmalara göre artık biliyoruz ki; Hz.Muhamedin ataları köken olarak Arap olmayıp Hz.İbrahim ve atalarının mensub olduğu Sümerlere ( onlar da son araştırmalara göre Türklere) dayanmaktadır. Sonuç olarak Mısırda ve Ortadoğuda Milyonlarca Hristiyan Arabın olduğunu göz önünde bulundurursak Arap olmakla müslüman olunamayacağını, dünyadaki her miletin, insanın kendi dil ve kültürüyle iyi bir müslüman olabileceğini ve islamı da hakıyla öğrenip yaşayabileceğini düşünüyorum.
Değerli Hocam; biz Türklerin (UZ ların) kökenini araştırma ve öz değerlerini bulma ve yaşatma çabalarınızı yürekten destekliyor, büyük saygı duyuyorum. Türklerin ve akraba toplulukların atalarının adının UZ olduğu kanatindeyim. Çünkü Türkçeyi ve kuralarını iyi bilenler bilirler ki; Türk-Türük vs. bir halkın-miletin adı değil küçük bir yerel topluluğun adıdır. UZ ların kolarından bazılarının adı ÖZBEK- UZ BEK(BEY), KIRGIZ- KIRK UZ, AZERİ- UZ ERİ, UYGUR- UZ’Y’UK- ER vs. asılarından gelmektedir. Yanlışım varsa lütfen düzeltin.
Biliyorsunuz ki; M.Ö. 2000 lerden sonra İran yoluyla bu günkü Avrupaya yerleşen Hint asılı Italyan, Fransız ve Ispanyol (Latinler) lar buranın yerli halkı olan (UZ-Türklerin mensup olduğu Halk- ların koları olan) Cermen (Kuman?), Slav (Uz dilinde tahminim başka bir adı vardı), Fin, Avar, Macar ve Bulgarları bg. önce inançlarını, sonra dilerini ve kültürlerini yok ederek asimile etmişler ve mankurtlaştırmışlardır. Son olarak da Emeviler yoluyla Araplar (Belki kötü niyetle olmasa bile) Türklere İslamı Türkçe öğrenmek ve uygulamak yerine Arapça öğrenme ve uygulamayı dayatarak dil ve kültürel yönden asimile etmeye çalışmışlardır.
Bugün müslüman Türklerin çoğu çocuklarına Türkçe isim koymaktan utanmakta ve kaçınmakta, ibadetini ve duasını Türkçe yapmaktan ‘duasının eksik ya da yanılış olacağını zanederek’ çekinmekte, Türkçe ibadet ya da dua ederse dinden çıkacağı korkusuna bile kapılmaktadır. Oysa yüce kitabımız Kur’an ve Sevgili Peygamberimiz Yaratıcımızın sevgili elçisi Hz.Muhamed in yaşantısında “Islam ilaki Arapça yaşanır, başka dilde ibadet ve dua yapılamaz diye bir kural yoktur.
Kısacası bizi yalnız bırakmayın, bu halkın daha çok Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hacip, Gaspralı İsmail, Cemil Kırımlı, Cengiz Ayıtmatoğlu gibilere ihtiyacı var. Siz de bir Kaşgarlı, Gaspralı, Kırımlı, Ayıtmatoğlu olun ve bu miletin yolunu aydınlatın. Bu arada şunu da belirtmeden geçmemeliyim Tüm dünya Türk-Uz larına sesleniyorum, ne olur kişi adlarınızı, yer ve araç adlarınızı Türkçe (Uz ca) koyun ve kulanın. of ları, ov ları ev leri ya da diğer dilerden geçen kelime ve ekleri kulanmayın.
Bir de, hala Moğoları Türk-Uz lardan sayanları nefretle kınıyorum. Biliyorum ki geçmiş te doğuda bizlere büyük zararlar veren iki halktan biri olan Moğolardır. Moğoların asılarının bu günkü TAY (Tayland Halkı) kökenli olduklarını bizimle yakından uzaktan hiç bir bağlantıları olmadığını artık her (er) kişi kabul etmelidir.
Ne demiş Koca Yunus;
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır
Ben de diyorum ki;
Yanılışın neresinden dönülürse kârdır
Ataya töreye bağlılık namustur, ardır
Süslü düşmanlara gönül verme ey gardaş
Sen ol, senden olana dön, o en güzel yardır.
Saygılarımla, hoşça kalın.
sitenizi okadar beğendiki Türkçe ödevimizi yaptık THANKS 😀
çok yaralı oldu
çok yararlı bilgiler var
süper bence
Anlaşılan insanlar artık okuduğunu da anlamıyor. O kadar okudunuz bari bu yazıya yorum yaparken türkçemizi düzgün kulanın ‘okuyom, bitmiyo, ya’ gibi kelimeler böyle bir yazının altına yorum olarak yakışmıyor! Ayrıca türkçede üç nokta dışında tekrarlanan noktalama işareti yok, bilmeyenlere duyurulur!
turkcemı sevıyorum onu koruyorum yabancı dıle geçmesımi istemiyorum
onu koruyalım
türk dili bize bırakılan bir hazine kiymetini bilelim sahip çıkalım
yararlı oldu türkçem iy oldu kim yapmısa alah ondan razı olsun
biz türk vatandaşi olarak türkçemizi korumak ve sahip çıkmalıyızkı elimizden kayıp gitmesin dilimiz
çok saolun çk işime yaradı teşkrler 🙂
süperolmuş cicim
türkçemizi düzgün konuşan ve düzgün telafuz edenlere ben kandi adıma çok teşekür ederim !!!
Sevgili Arkadaşlar !
Biliyorsunuz ki ‘Türkçe’miz elden kayıp gidiyor…
Siz Türkçe’mizin ”Turkche”leşmesini ister miydiniz ??
BEN İSTEMİYORUM !!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!
Bunun için de sizi güzel Türkçe kulanmaya davet ediyorum !
Lütfen :
Türkçe’miz Türkçe kalsın !
türkçeyae sahip çıkma ile ilgili çok güzel şeyler yazmısıniz bende busayede dersimi yapabiliyorum teşekürler
çok güzel
Performans için çok işime yaradı.Çok güzel yazılmış bir yazı.
süper yazmışsınız
dilimizin yabancı dilerle karışmasını çok güzel anlatmışsınız.ayrıca benzetmeler de çok güzel . biraz uzun olmuş ama elerinize sağlık
türkçemi almasınlar. elin adamı gelir türkçemi alır gider.
Alah razı olsun yarın sunumum vardı çok işime yaradi :)))))))
teşekürler
tşkrler gerçekten güzel olmuş hazırlayanın elerine sağlık
ben Cihan Kuş arkadaşımızın dediklerine katılıyorum.. Sapla samanı lütfen birbirine karıştırmayalım . elin Yunanı gelir bizim Türkçe’mizi öğrenir. Biz doğuştan Türk’üz ama korumayı beceremiyoruz.
uzun ama anlamlı zaten sizin gibiler yüzünden türkçemiz bozuluyor. madem uzun şeyleri okumaktan hoşlanmıyorsunuz neden böyle sitelere giriyorsunuz ki …..
Ben özelikle yabancı kelimelerin birebir alınıp Türkçe içinde kulanılmasına karşıyım. Peki neden? Çünkü “Bir mileti yok etmenin en kolay yolu, o miletin dilini bozmaktan geçer.”
Olmaz ya, eğer ben dilimize geçen kelimeler hakında karar verecek yetkide biri olsaydım, yabancı kelimeleri içeren herşeyin isminin Türkçe’ye çevrilmesini isterdim (Yabancı isimli işyerleri, yabancı isimli TV programları, Türkçe’de kulanılan kelimeler, vs.)… Bunların en azından dilimizde uygun bir kelimeye çevrilip kulanılmasını şart koşardım. (Mesela Atatürk “operasyon” kelimesini “hareket” olarak telafuz ediyordu).
Özetle: Türkçemizi yozlaştırmayalım, bunu yapanlara engel olalım.
ödevimi yaptım çok güzel olmuş hazırlayanların elerine sağlık
abi ben boyle site gormedim hersey var ama cok uzun nasılyazcam xD
uzun kısa olması hiç fark etmez eğerki insan çok istekliyse okumaya, hele bide bu konu ödevi ise değil çok uzun çok çok çok çok çok çok çok sayfayı okurum sizlerede tafsiye ederim!… iyi günler arkadaşlar 😉
türkçe bizim en kımetli hazınemiz bakıyorum tüm arkadaşlarım (yes,ok,no,okey,ful,şow,lüx vb.) türkçemizi kirleden kelimeler kulanıyorlar çok sinir oluyorum lütfen türkçemizi güzel kulanalım türkçemizi kirletmeyelim…
hazırlayanların eline sağlık muhteşem bir site
çok güzel, we çok işime yaradı ama kısa olsa daha i olurdu
bu site diğer sitelerden güzel ama gene çok uzun ben bunu nasıl yazam be..
çok güzel yha bayıldım desem yalan olur ama süper bi şey yha
benim ödevim var ama çok uzun kısasını yazmalılar bence
Cumhuriyet Üniversitesi İlköğrt. Matematik Öğretmenliği 3. sınıf öğrencisiyim. Topluma hizmet uygulamaları dersinde Türkçe`nin doğru kulanılması ile ilgili proje çalışması yapıyorum. Desteklerinizi ve varsa ilginç fikirlerinizi bekliyorum
hep türkçe konuşalım!
arkadaşlar bundan bi 10 yıl sonra türkçe diye bi dil olmucakmış diolar ben inanmıom
ben bu türkçemizin güzel konuşulmasını istiyorum
siteniz çok harika ben türkçeyi korumayla ilgili soru istiyorum siz bana konularla bilgi veriyorsunuz ben çok beğendim. ama sorularda olsa iyi olur. yardımcı olun lütfen: sirko_271@hotmail.com
haklısınız, başlık düzeltildi. ilginiz için teşekür ederiz. Makale içinde ki hatalar da düzeltilecektir.
Dilimize olan hasasiyetiniz için teşekür ederim ancak makalenin adını doğru yazarsanız sevinirim. “Türkçe’nin” yanlış; özel adlar yapım eki aldıktan sonra üzerlerine çekim eki gelirse kesme işareti ile ayrılmaz. Saygılarımla.