Şuan bazı kitaplarda ve internetteki bazı sitelerde “Yavuz Sultan Selim Han’ın Kürtlere Bedduası” başlığı altında anlatılan bazı rivayetler var. Rivayetlere göre Sultan Selim, Ridaniye Seferine giderken Muş’ta hem hatırat olsun diye hem de ordunun su ihtiyacını karşılamak için bir çeşme yaptırmış. Seferden dönerken de çeşmeyi harap bir vaziyette görünce çeşmeyi tamir ettirip üstüne şu dizeleri yazdırmış:
Kürd’e fırsat verme Ya Rab,
Dehre sultan olmasın,
Ayağını çarık sıksın,
Gönlü huzur bulmasın.
Vur sopayı al haracı,
Karnı bile doymasın,
Ol çeşmeden gavur içsin,
Kürd’e nasip olmasın,
Vasiyetim oldur kim,
Kürd bin kere yalvarsın,
İnanma kanma,
Yakana bit, kapına Kürd dadandırma.
Kaynak olarak ise Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinin 3. cildi gösterilmektedir. Bu tümüyle yalan olan rivayete tanıklık eden hiçbir kanıt yoktur. Nitekim Seyahatname’nin 3. cildinde Konya, Kayseri, Antakya, Şam, Urfa, Maraş, Sivas, Gazze, Sofya ve Edirne anlatılmaktadır. Ayrıca Evliya Çelebi’nin Muş hakkında söyledikleri “Van eyaleti hükmünde Van deryası sahilindeki Tahtuvan subaşılığına iki menzil ve Bitlis’e bir menzil yakındır. Şerefname tarihinin dediğine göre bu Muş şehri, Azerbaycan şehirlerinden bir tanesi idi. Sonra Van deryasının kuzeyinde (Adilcevaz ) kalesi yakınındaki Süphan dağında halen mahfuz durup 40-50 senede bir ses duyulur, 70-80 senede bir kere 5- 10 gün kadar Süphan kayasından kuyruğunu çıkarır bir yedi başlı ejder, o asırda fırsat bulup bütün Nemrutluları yiyerek Allah’ın emriyle yine Süphan dağındaki mağarasına girip mahpus kalmıştır. Sonra yine Nemrut lâin kavmine Cenab-ı Hak Muş sahrasında bir büyük fare hâsıl edip bütün Nemrutluları yedirerek Muş ahalisini helak ettiği için şehrin adına Muş derler. Muşun çıktığı büyük mağara halen görülür. Bu mağara içinde olan fare ve sıçan başka bir diyarda yoktur. Allah’ın emriyle İskender’in Filkos namındaki hekiminin tılsımı sebebiyle Muş Sahrasında asla sıçan olmaz. Timurlenk Al-i Osman üzerine hareket edince bu Muş şehrini ve kalesini harap, halkını kebap, evlerini türap eylemiştir ki halen haraplı eserleri görülür. Şehir, Muş sahrasının ağzında bir dağın eteğindedir.” sözlerinden ibaret. Yani bu kaynak noktasında büyük bir yalanın olduğunu gösteriyor.
Kitaplarda ve internet sitelerinde yerel halkın hâlâ o çeşmeden yararlandığı yazıyor. Ama Muş ilinde o çeşmeyi gören ya da öyle bir çeşme olduğunu bilen herhangi bir kimse yok. Sadece merkez değil ilçeler ve çevre köylerde de böyle bir çeşmeye rastlayan bir insanoğlu yok. Bu da çeşmenin olmadığının diğer bir kanıtı sayılabilir.
Son olarak ise ilk Osmanlı halifesi olan Yavuz Sultan Selim’in böyle bir beddua etmesi düşünülemez. Çünkü Osmanlı Devleti yüzyıllarca farklı etnik grupları bünyesinde barındırmış ve hiçbirine ayrımcılık yapmamıştır. Koskoca bir İslam halifesinin bir millete beddua etmesi ise akıllara zarar bir düşüncedir. Çünkü İslam iyilik, güzellik dinidir ve Osmanlı Devleti de gittiği her yere adalet ve hoşgörüyü götürmüştür. Tüm bunları düşündüğümüz zaman yazılanların Osmanlı Devleti’ne, Yavuz Sultan Selim Han’a, Kürtlere ve tarihe atılan bir çamur olduğunu görebiliriz. Gerçeklerin gün yüzüne geç çıkması da tarihin bir ayıbıdır.