II. Meşrutiyet’in ilanından, daha doğru bir ifadeyle, Kânûn-i Esâsî’nin yürürlüğe girmesiyle Meşrutiyet’in yeniden ilan edilmesinden sonra bir kısım şiir sevenler Edebiyât-ı Cedide şairlerinin sessizliğine bir tepki olarak yeni bir anlayış ortaya koyarlar.Beyannâmelerinde kendilerini Fecr-i Âti olarak adlandıran ve içinde Edebiyât-ı Cedide şairlerinden Celâl Sâhir ve dönemin genç şairleri Ahmet Hâşim, Fuad Köprülü gibi isimlerin de bulunduğu bu topluluk, asıl çıkışın Edebiyat-ı Cedide şairlerince yapılması gerektiğini fakat onlardan bir hamle gelmeyince buna mecbur kaldıklarını ifade ederler. Bu konuyla ilgili olarak Nihad Sami Banarlı’nın Fuad Köprülü’den aktardığı ve edibin Servet-i Fünun dergisinde yayınlanan makalesindeki şu ifadeler Fecr-i Âti’nin çıkışını açıklar niteliktedir: “Düşünülmelidir ki, Edebiyât-ı Cedide’den sonra hürriyet ilan edilmiş ve yeni sanat eserlerinin meydana gelmesini icap ettirecek şartlar ve sebepler hasıl olmuştur. İlk nazarda bu yeni şartlar dahilinde yapılacak yeni edebi hareketlerin Edebiyât-ı Cedide üstadları tarafından yapılması lazım geldiği akla geliyorsa da, işte onlar, hürriyetin ilanından beri susuyorlar.

Sponsor Bağlantılar

… Biz onların artık bir hareket yapmak durumunda olmadıklarına kâani olarak yeni hareketin nesl-i âhir tarafından yapılması gerektiğine inandık.

… Bu yeni edebiyatı vücuda getireceklerin kalemleri hiç şüphesiz ki, eski neslin miraslarına sahiptir. Ancak, bazılarının söylediği gibi nesl-i âhir eski neslin istihâlesi değildir. Ve mutlaka değişmiş bir tarafı vardır.” (Banarlı, 1971: 1094-1095)

Sonraları eskinin devamı olmakla ve Servet-i Fünûnculardan farklı bir şey yapmamakla suçlanacak olan bu –büyük oranda- şiir topluluğu Fuad Köprülü’nün dediği gibi bir değişiklik yapabilecek miydi? İşte bu soruya cevap olması bakımından şimdi de Fecr-i Âti’nin şiir anlayışına bir bakalım.

1. Fecr-i Âti’nin Şiir Anlayışı

Birçok edebiyatçı tarafından (Akyüz: 1995, Banarlı: 1971, Doğan: 2007) Servet-i Fünûn’un devamı olarak kabul edilen Fecr-i Âti, şiir yönüyle de kendinden önceki anlayışı devam ettirme eğilimindedir. Şiirde Servet-i Fünûncuların benimsediği temalar, aşk ve tabiat Fecr-i Âti şiirinde de kendini gösterir. Vezin olarak aruz kullanılır. Servet-i Fünûn şairlerine ait olan karamsarlık, marazilik Fecr-i Âti şiirinde daha ileri safhada görülür. Şekil olarak öncekileri devam ettiren topluluk serbest müstezadı daha serbest kullanmış ve böylece Fransız sembolistlerindeki serbest şiire iyice yaklaşılmıştır. Servet-i Fünûn şairleriyle Fecr-i Âti şairleri arasındaki belirgin tek farkı Kenan Akyüz şöyle ifade eder: “Tek fark Servet-i Fünûn şairlerinin anlamaya çalışmadıkları ve belki de anlayamadıkları Fransız sembolistlerini Fecr-i Âti’nin daha yakından tanımaya çalışması ve bunun kısmen gerçekleştirilmesidir. Bu topluluğun bazı şairlerinde sembolist şiirin bazı özelliklerine rastlanması, bu kısmî tesirin delilleridir.” (Akyüz, 1995: 156)

2. Fecr-i Âti Şairleri ve Şiirleri

Bir edebi topluluğun sınırlarını çizmek ve bu sınırlara göre kimi isimleri topluluğa dahil edip kimilerini de bunun dışında bırakmak hem çok mümkün değil, hem de doğru değil. Zira şairler, toplulukların bazen bir özelliğini bazen birden fazla özelliğini benimsemiş olabiliyorlar ve biz bu bir özelliğinden dolayı şairi topluluk içinde sayabiliyoruz. Şimdi biz de böyle kesin çizgiler çizmemekle birlikte, genel kanı olarak, topluluk içinde isimleri zikredilen bazı önemli şairlere yer vereceğiz.

2.1. Ahmet Hâşim (1883-1933):

Fecr-i Âti’nin en önemli isimlerinden olan Ahmet Hâşim, Fransız sembolizminin Türk edebiyatındaki temsilcisi olarak kabul edilir. Banarlı’ya göre Hâşim; “Kısmen Servet-i Fünûn şiirini, kısmen Fransız sembolizmini hatta kısmen de Türk Divan şiiri tesirlerini kendi şair benliğinde birleştirerek şiir dünyamıza musikili ve orijinal bir söyleyişle tılsımlı terennümler bırakmaya muvaffak olmuş, kudretli bir şairdir.” (Banarlı, 1971: 1163)

Bir yandan babasının sert mizaçlı, diğer yandan annesinin hasta olmasıyla çocukluğu, farklı duyguların karışıklığı içinde geçen şairin çocukluk anıları şiirlerindeki ilk temayı oluşturur. Fecr-i Âti’nin asıl temalarından aşk ve tabiatı şiirlerinde tema olarak kullanan şair özellikle annesiyle geçirdiği hüzünlü günleri birçok şiirine konu etmiştir.

“Bir hasta kadın, Dicle’nin üstünde, her akşam
Bir hasta çocuk gezdirerek çöllere, gül-fam
Sizler uzanırken , o senin doğmanı bekler.” (“O” şiirinden alınmıştır. Akyüz, 1986: 621)

“Çöller”, “Sensiz”, “Hazan” gibi birçok şiirinde rastladığımız bu durum Hâşim’in çocukluğunun etkisinde kalışının ifadesi olmanın yanında sert mizaçlı olan babasından uzaklaşırken annesine daha fazla yaklaşma ihtiyacından da kaynaklanmaktadır.

Hâşim için şiirde musiki ön plandadır. Şiir için anlamı gereksiz bulan şair “Bir Günün Sonunda Arzu” şiirine yapılan “kapalılık” eleştirileri üzerine daha sonra “Piyale”nin önsözüne koyduğu “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar” isimli bir makale yayınlar. Şiir görüşlerini anlattığı bu makalede, “Şiirin dili musiki ile söz arasında ve sözden ziyade musikiye yakındır.” diyen şair şiirde mana aramanın anlamsız olduğunu öne sürer. Şairin sözü demek olan şiiri resullerin sözü gibi açıklanması gereken bir söz olarak algılar. Şiirde mana aramak, eti için bülbülleri öldürmektir, düşüncesinde olan şaire göre herkesin anladığı şiiri yazmak, düşük seviyeli şairlerin işidir. (Doğan, 2007: 496)

Sembolizmle bu yakınlığına rağmen Akyüz’e göre Hâşim sembolist bir şair değildir: “Şiirde musikiyi ön plana alan, anlam açıklığını ikinci plana atan, mısralarda geniş ve akıcı bir telkin kabiliyeti arayan ve şiirin kaynağını şuur-altında bulan bu anlayış ile sembolizmin şiir anlayışı arasında “yakınlık” vardır. Ancak sembolist şiirin esas unsuru olan sembol Hâşim’in şiirlerinde yoktur. Onun, anlamı anlaşılmayan veya değişik yorumlara elverişli bulunan şiirleri pek azdır. Bu bakımdan, Hâşim’i sembolist bir şair olarak kabul etmek çok güçtür.” (Akyüz, 1995: 157)

İlk şiiri 1901’de yayımlanan şair, 1908’e kadar eski şiirin etkisinde eserler verir. Hamid, Muaalim Nâci, Tevfik Fikret ve Cenap Şehâbeddin’den etkilenen şair bu arada Fransa’yı görme, tanıma fırsatı bulur ve Fransız sembolist şiirini içselleştirmeye başlar. 1908’den itibaren ise artık etkilendiği tüm şiir yaklaşımlarını kullanarak kendine has bir üslup yakalamış ve Fecr-i Âti dağıldıktan sonra da etkin bir şair olarak Türk edebiyatındaki yerini korumuştur.

Şiir kitapları: Göl Saatleri (1921), Piyale (1926)

“Bir Günün Sonunda Arzu

Yorgun gözümün halkalarında
Güller gibi fecr oldu nümâyân.
Güller gibi… sonsuz, iri güller,
Güller ki kamıştan daha nâlân;
Gün doğdu yazık arkalarında!

Altın kulelerden yine kuşlar,
Tekrârını ömrün eder i’lan. />Kuşlar mıdır onlar ki her akşam,
Âlemlerimizden sefer eyler?…

Akşam, yine akşam, yine akşam,
Bir sırma kemerdir suya baksam;
Akşam, yine akşam, yine akşam,
Göllerde bu dem bir kamış olsam!” (Piyale, Akyüz, 1986:619-620)

2.2. Emin Bülend Sedaroğlu (1886-1942):

Fecr-i Âti dışında başka bir edebi faaliyete katılmayan bir başka isim de Emin Bülend’tir. Hassasiyeti ve içine kapanıklığı ile Ahmet Hâşim’i andıran şair, erken yaşta annesini kaybetmiş, bu acıyı ömrünün sonuna kadar hissetmiştir. “Çöller” isimli şiiri Ahmet Hâşim’in “Şi’r-i Kamer”inin etkisiyle yazılmıştır. Şiirlerindeki ifade tarzı ile tam bir Fecr-i Âti şairi olan Emin Bülend, ferdi konular kadar toplumsal konuları da şiirlerine konu etmiştir. Özellikle Trablusgarp ve Balkan savaşları zamanında yazdığı şiirleri “Kin, Hisarlara Karşı ve Hatif Diyor ki” milli duyguları canlandırmış ve büyük ilgi görmüştür.

“Göster semayı mağribe yüksel de alnını,
Dök kalb-i sâf-ı millete feyz-i beyânını…
Al bayrağınla çık yürü, sağken zafer-nümâ,
Bir şehid olunca da olsun kefen sana…

Ey makber-i muazzam-ı ecdadı titreten
Düşman sedâsı, sus, yine yükselme gölgeden.
Düşman! Hilâl-i râyet-i İslam’a hürmet et!
Toplar boğar hitabını dağlarda âkıbet.” (“Kin” şiirinden alınmıştır, Akyüz, 1986: 663)

Çok hassas ve kırılgan bir yapıya sahip olan şair eleştirilmekten korktuğu için hayatta iken şiirlerini yayınlamamıştır. Ölümünden sonra 1943’te Salih Zeki Aktay tarafından Semih Lütfi Kitabevi’nden “Emin Bülend’in Şiirleri” adıyla bastırılmıştır.1 (Doğan: 2007, Banarlı: 1971, Akyüz: 1995)

2.3. Tahsin Nahid (1887-1919):

Fecr-i Âti şiirinin tüm özelliklerini şiirlerinde yansıtan şair edebiyat alanında şiir ve tiyatro türünde verdiği eserlerle tanınır. Şiirlerinde Ahmet Hâşim etkisi görülen şairin ilk şiiri “Sebavet” 17 yaşında, 1904’te yayınlanır. Şiir hayatına Fecr-i Âti’ye katılmadan başlayan Tahsin Nahid için Büyükada çok önemlidir. Şiirlerinde sıkça yer verdiği Büyükada sevdası onun “Ada Şairi” olarak tanınmasını sağlamıştır. Topluluğun ilk kitap çıkaran ismi, şiirlerini “Ruh-ı Bî-kayd”2 başlığı ile 1908’de kitap haline getirmiştir. Rıza Tevfik ve Yahya Kemâl etkisi de görülen şairin son şiirlerinde dilinin sadeleşmesinde Rıza Tevfik önemli etki etmiştir. (Doğan, 2007: 503) Kısa ömründe edebiyat adına ümit vadeden eserler veren şair, Diğer şiir kitabına “Kırlar ve Denizler” ismini verir. (Banarlı, 1971: 1095)

“Şiir mi istediniz? Dinleyin bu giryeleri:
Şiir… şiir denilen bir zavallı hülyadır,
Adeta bir sevimli rü’yadır…
Asabî
Bir kadın hisseder derinliğini!…
Ba’zı eş’âr öyle mübki ki
Büsbütün bir veremli sevdâdır.

Hayır, hayır güzelim şi’rimiz kadındır hep.
Menekşe gözleri ufkun derinliğinde güler,
Karanfil ağzı da bir şi’r-i nev-zemin söyler;
Ve kalbimiz dinler,
Kalan da nakl eyler
Bütün o gözlerin umkunda titreyen râzı!…” (“Şiir”, Akyüz, 1986: 632)

2.4. Mehmet Behçet Yazar (1888-1980):

1908’den sonra şiir yazmaya başlayan ve Fecr-i Âti topluluğuna katılan şair, topluluğun prensiplerine bağlı kalmıştır. Ferdi temaları tercih eden şairin şiirlerini iki dönemde ele alabiliriz. Ahmet Hâşim ve Cenap Şehabeddin’in etkisi görülen ilk dönem şiirlerini “Erganun” (1911) isimli kitabında toplar. Konuşma dilinin özellikleri görülen ikinci dönem şiirleri ise “Yumak” (1938) adlı kitabında yayımlanmıştır. (Doğan: 2007, Akyüz: 1995)

2.5. Fazıl Ahmet Aykaç (1887-1967):

Fecr-i Âti şairlerinden olan ve mizahî-hiciv tarzının temsilcisi kabul edilen şair, birçok dergi ve gazetede çeşitli konularda yazılar yazmış olmasına rağmen şöhretini övgü ve yerginin bir arada bulunduğu mizahî şiirlerine borçludur. Divan şiirinin tekniğinden yararlanan şair için Nihad Sami Banarlı’nın şu tespitleri önemlidir: “Devrinin meşhur şahsiyetleri ağzından fakat divan şairlerinin meşhur şiirlerindeki vezinler, kafiyeler hatta söyleyişlerle tertip ettiği manzumeleri, mizahla nazireciliği birleştiren yeni bir çeşni mahiyetindedir. Onun eski, yeni tanınmış şair ve nâsirlerinin üslubunda, onların şiirlerini aynen söyleyebilmek nüfûzu bilhassa dikkate değer.” (Banarlı, 1971: 1097-1098)

Şiir kitapları: Divançe-i Fazıl der Vasf-ı Efâzıl (1911), Harman Sonu (1919)3. (Doğan: 2007)

* II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ ŞİİRİMİZ ve ŞİİR KİTAPLARI
________________
1 Geniş bilgi için bkz. (Okay: 1992b)
2 Şairin kitaba girmeyen şiirleri için bkz. (Çetin: 1995)
3 Şair hakkında geniş bilgi için bkz. (Okay: 1992a)