28 Kasım 1925 tarihinde mecliste kabul edilen 671 No’lu “Şapka İktizası Hakkında Kanun” ile TBMM üyeleri ve memurlarına başlık olarak şapka giyilmesi zorunluluğu getirildi ve Türk halkı da buna aykırı bir alışkanlığın devamından men edildi. Kanun, 28 Kasım 1925 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Kanun, 1982 anayasasının 174. maddesine göre “inkılâp kanunları” arasındadır. Bu tarihten sonra şapka takmadan dışarı çıkması yasak olan özgür(!) bir toplum olduk. Bu kanun hala yürürlükte. Bugün yarın bir savcı birilerini şapka giymemekten dolayı tutuklarsa hiç kimse buna şaşırmamalı.
Ülkemiz ne mutlu ki bazı konuşulmazları konuşmaya başladı. Dersim hakkında başbakanın özür dilemesi, fail-i meçhuller ve derin yapının üzerine gidilmesi geleceğimiz açısından ümit verici gelişmeler.
Yıllardır özlenen bu gelişmeleri bu ülke ve bu ülkenin güzel insanları hak ediyor. Çekilen çileleri anlatmakta kelimeler kifayetsiz kalır.
Şapka kanunu çıkmadan önce bir eser yazan İskilipli Atıf Hoca, şapka kanununa muhalefetten idam edilir. Bu apayrı bir ızdırap, apayrı bir trajedidir.
Bir başka örnek ise çok daha vahimdir.
Yıl 1926. Şapka kanunu yeni çıkmış. Yer Erzurum. Dadaşlar diyarı. Yetim çocuklarına bakmak için el işi şal örüp çarşıda satan bir anne kadınlar hamamında “Senin oğlanlar hükümeti taşa tutuyor, git onlara sahip ol” sesini duyar ve irkilir. Bohçasıyla hamamdan dışarı fırladığı gibi hükümet konağının önünde kendini bulur. Asker ve halk arasındaki sürtüşmeyi görünce evlatlarını aramaya başlar. Bulamayınca, oğullarını askerlerin aldığını düşünerek annelik duygusuyla, bohçasındaki takunyaları askerlere fırlatır ve şapka hakkında kötü sözler sarf eder. Ne olduğunu anlamadan da tutuklanır ve sözüm ona İstiklâl Mahkemeleri’nde yargılanır. “Ben hatun kişiyim, şapkayla ne alakam olur?” dese de sözde mahkemeler dinlemez ve Şapka için bir anamızı idam eder. İdam edilirken kadın olduğu anlaşılmasın diye de başına çuval geçirirler. Bu süreçte idam edilen ilk ve tek kadın olur Şalcı Şöhret Bacı.
Bir kadının şapka için idam edilmesi herhalde adalet tarihinde ilk defa Erzurum’da vuku bulmuştur! O günün ulusal basını Hâkimiyet-i Milliye, Akşam ve Cumhuriyet gazeteleri bu olayı yazmadılar ya da yazamadılar. İnsanlık dışı bu cinayeti millete duyurmayarak ağa babalarının emrini yerine getirdiler.
Günümüzde de merkez medya bazı olayları duyurmamaktadır. Duyursa da çarpıtarak duyurmaktadır. Ne zaman medya adam olursa ülkemiz demokrasi yolunda ilerleme kaydetmiş olacaktır.
Yazının tam***** bile tahamül edemedim.Basbakan dersim konusnusunda özr dilemişmiş güya bu ilerlemeymiş.Baskan haşa Alah mı ,peygamber mi.O özür dilediyse hemen doğsu musur olanlar?Kim arastırmış,başbakanın delileri nerde? Biz de araştırduk farklı kaynaklardan ve biz özr dileyemeiyoruz.Ortada bi mualaklık var çünkü.Sözde mahkeme dediğiniz mahkemeler devletin özelikle kuruluş döneminde biyük işlere vesile olmu,bugün rahat rahat atıp tutup beğenmediğin ülkenin temeline yapıtaşı olmuştur.Sen kimsin ,vasfın ne de bu ülkenin mahkemelerini tanımıyosun? Bir mahkemenin kararı doğyu yanlıştartışılır ama kimse onu tanımadığını söyleyemez.Bu devleti tanımamakla eşdeğerdir.Burda yaşa,güvenliğin sağlansın,hizmetlerinden faydalan ama lafa gelince tanıma.OH ne ala memleket!
Yazınıza eleştirilerimi yazıp gönderdiğim zaman, tam da o an!
Şeytani sesin melodisi çalacağını, her zamanki nakaratlarını söyleyeceğini, şahsıma karşı hayasızca akınlar düzenleyeceğini de bekliyordum.
Bu uğursuz baykuş seslerine alıştık, alıştırıldık… O seslere üzülmez, etkilenmeyiz; vız gelir, tırıs geçer.
Böyle bir olayı bizlere aktardığınız için teşekür ederim. Şahsen ben böyle bir zulmü duymamıştım. Çok acılarını duyduk. Menemende yapılanlar, istiklal mahkemelerinde alınan kararlar… Ama bu bambaşka bir zulüm…
Yazılarınız dolayısıyla teşekürler. Elinize sağlık…
Yorumumu yazdıktan sonra benden önce birisinin yorum yaptığını gördüm. Yorumu okudum. İşte dediğim tepkilerden ilki gelmiş. Yine dinden girmiş, başka bir yerden çıkmış. Keşke dini bu kadar bilen insanlar biraz da dinin ne dediğini anlasalar. Neyse asıl konu o değil. Bu zavalı, devlete tapan birisi daha önce de böyle yorumlar yapmıştı. Ona göre devlet, en küçük bir tehlikeyi bile imha etmekten çekinmemeli, Dersim ve Uludere’de olduğu gibi insanları katletmeli, halkın önde gelenlerini gerektiğinde idam etmelidir aynı İskilipli Hoca gibi, aynı Cumhuriyet döneminde birçok imamın öldürülmeleri gibi… Bu zavalılar, tarihin de çok temiz olduğuna inanırlar. Görmezler 1915 olaylarını, görmezler Dersim’i… İşlerine gelmez. Sonra da çıkarlar ‘tarihi boşverin napcan sen’ derler. Korkarlar gerçeklerin yüzlerine bir tokat gibi vurulmasından. Devlet babalarının onlara ne haltlar yaptığnı bilmekten korkarlar çünkü. Sonra da ‘propaganda’, ‘ABD’ deyip olayların asıl yüzlerini gözden kaçırmak isterler. ‘Mutluluk’ derler! Unuturlar milyonlarca insanın mutsuzluğunu. Unuturlar bu insanların mutsuzluklarının sebebinin devlet olduğunu, Ergenekon olduğunu. Tecavüzcülerine olan aşkları ‘AKP ve cemat’ten dolayı depreşir de utanmazlar bile. Bir de çıkıp dinden ahkam keserler.
Ömer Bey, yazınız harika olmuş, elerinize sağlık…
Evet, medya düzelmeden bu ülkenin düzelmesi imkansız. Çünkü medyaya her ne kadar ‘dördüncü kuvet’ dense de aslında medya bu ülkede birinci kuvetir. Ayrıca Cumhuriyet dönemindeki idamlara değinmişsiniz. Birilerinin hoşuna gitmeyecek bu söylemleriniz! Çünkü o birileri için devlet de Cumhuriyet de eleştirilemez birer tabudur. Çünkü o insanlar kördür. İdamları da, halka yapılanları da görmez, görmek istemez. Bu söylenince de terbiyesizce şeyler söylemeye başlarlar. Size de böyle şeyler söyleyecek densizler çıkacaktır ama onları kali bile almaya değmez. Önce insanlığı öğrenmeleri lazım çünkü onların. O da biraz zor olduğu için onları boşverin… Anlatamazsınız onlara 1915 olaylarında Ermenilerin, darbe dönemlerinde sağcıların ve solcuların, 28 Şubat’da dindarların, Doğu ve Güneydoğu’da ise Kürtlerin çektikleri acıları…
‘Kalbini yarıp baktın mı ki?”
“Resulûlah aleyhiselam bizi bazı kabilelere gönderdi Onlar da bizim gelişimizden haberdâr olarak kaçtılar. Biz bu grubun içinden birisine yetiştik. Onu yakalayınca, ‘Lâ ilahe ilâlah’ deyiverdi. Fakat biz kendisini öldürdük. Döndüğümüzde bu olayı Peygamber aleyhiselâm’a aynen anlatım. Peygamber aleyhiselâm: ‘Kıyamet gününde o adamın söylediği bu tevhid kelimesinin kıymet ve büyüklüğünden dolayı sana kim yardımcı olacak?’ dedi Ben: ‘Ey Alah’ın Resûlü, o adam, bunu ölümden korktuğu için söyledi,’ diye cevap verdim. Peygamber Aleyhiselâm: ‘Kalbini yarıp baktın mı ki, bunu başka bir sebepten dolayı söylemiş olduğunu bilesin! Kıyamet gününde ‘Lâ ilâhe ilalah’ kelimesinin karşısında kim senin yardımcın olacak?’ buyurdu. Bu sözü o kadar çok tekrar eti ki, ‘keşke Müslümanlığa o günden sonra girmiş olsaydım,’ dedim” (Zeyd b. Hârise’nin oğlu Üsâme bin Zeyd anlatımı)
Erzurumlu Şalcı Şöhret Bacı’nın idamı olayı da işte böyle bir olaydır ki, buyurduğunuz gibi unutmak ve unuturulmak istenmiştir.
Olayları tarihten ve ait olduğu tarihi şartlardan kopararak anlatmak son günlerin modasıdır. Bu moda, daha doğrusu maksatlı yapılan bu kampanyalar bir siyasi ve politik hedefe varmak için sahneye konmuştur.
Osmanlı’nın yıkılışını takiben verilen top yekûn bir mili mücadelenin ardından bu devlet kurulmuş, yoğun iç ve dış çekişmelerle uğraşmış, henüz her şey tam istikrar bulmadığı için de hasas ve dikatli davranmak istenmiştir. İşte siz, 1920’li yıların, yani 85-90 yıl önceki kargaşa ortamının olaylarından bahsetmektesiniz.
Suya sabuna dokunmayan yazılar yazıyor, demlikten-çaydanlıktan, türbe ve sairden bahsediyordunuz, ancak bir gün bu tarz siyasi yazılar yazacağınızı sizden bekliyordum. İlk işareti bir önceki yazınızda vermiştiniz.
İSKİLİPLİ ATIF HOCA KİM?: 1875 yılında doğan ve 1926 yılında Ankara İstiklâl Mahkemesi’nde yargılanıp idam edildi. Çalışma hayatına köy hocalığı ile başlayan İskilipli Mehmet Atıf Hoca 1902 yılında Fatih Cami’nde ders vermeye başladı. 1905 yılında İstanbul Kabataş Lisesi’nde Arapça öğretmenliği yaptı. 1919-1922 yıları arasında Padişah yanlısı davranarak Anadolu’daki Kuvayı Miliye hareketi ile Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarına karşı çıktı.
Atıf Hoca ‘nın kurucularından olduğu “Teali-İslâm Cemiyeti” adına yazılan ve bastırılan bir bildiri, Yunan ordusunun uçakları tarafından Anadolu’ya atıldı. Bildiride Türk ulusunun Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkılıyor, Mustafa Kemal ve silah arkadaşları, padişaha başkaldıran asiler olarak niteleniyordu. 26 Aralık 1925 günü yakalanan Hoca, tutuklu olarak Ankara’ya gönderildi. 26 Ocak Salı günü Ankara İstiklal Mahkemesi’nde yargılandı. Vatan hainliğinden asıldı.
Niçin mütemadiyen tarihte dolaşarak kaşıyıp kanatmaktasınız? Güya tarihle yüzleşme siyaseti takip ediyor, asıl maksat ve muradınızı perdeliyorsunuz.
Bu propagandalarla bu ülkede birlik ve dirlik sağlamış olmuyorsunuz. Bu yönteminizle arzu ve ihtiraslarınıza kavuşamaz, mutlu olamaz ve ülke insanına da mutluluk dağıtamazsınız.