Ne olduğu, kim olduğu, kim tarafından olduğu, nasıl olduğu, niye olduğu, ne anlamı olduğu, kim tarafından yönlendirildiği halen anlaşılamayan, sırasıyla muhabir, gazeteci, istihbaratçı ve son olarak haham gibi sıfatlara haiz ve şu an Kanada’da yaşayan Tuncay Güney adlı şahıs ortaya çıkıverdi.

Sponsor Bağlantılar

Haham Güney, “Ergenekon” soruşturması kapsamında tutuklu bulunan bazı emekli TSK mensuplarının, geçmiş dönemde Güneydoğu’da işlenen faili meçhul cinayetlerin sorumlusu olduklarını ve cesetlerin Silopi’de bulunan BOTAŞ’a ait “Asit Kuyuları”na atıldığını iddia ederek, bazı televizyon kanalları vasıtasıyla kamuoyuna açıkladı.

1990 ve 1999 yılları arasında Devlet’e çalışan, bugün ise örgütün organizesiyle İsveç’e kaçarak PKK güdümüne giren, eski PKK itirafçısı Abdülkadir Aygan da, yayımladığı kitabında, “Devlet tarafından o dönemde PKK’lı oldukları gerekçesiyle 600 insanın öldürüldüğünü ve bunlardan 28’inin cesetlerinin Silopi ve Cizre’deki kuyulara atıldığını” iddia etmiş, ancak yapılan araştırmalardan ciddi bir sonuç alınamamıştı.

Aygan’ın geçmişteki iddialarına Güney’in taze açıklamaları da eklenince, Şırnak ve Diyarbakır Baroları ile Diyarbakır İHD Şubesi’nin başvuruları sonucunda, Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatıldı.

Başvuru sahipleri, “Ölüm kuyuları” adını verdikleri asit kuyularının bir an önce açılarak, sorumluların cezalandırılmasını, DTP de, “İşte tam fırsat!” diyerek, kayıpları bulunan tüm ailelerin başvuru yapmalarını istedi.

Ne acı değil mi; Devlet’i, kurumlarını, bazı şahısları, bırakın bunları, herhangi bir şeyi suçlamak adına ve bunu ispat etmek adına, ceset çıkmasını, belki de elleri ovuşturarak beklemek, istemek, arzu etmek!

Bu arada BOTAŞ’tan, “Silopi’de bulunan BOTAŞ’a ait asit kuyuları iddialarının asla gerçeği yansıtmadığı, BOTAŞ’ın sulama amaçlı kullanılan kuyularının dışında herhangi bir kuyusunun olmadığı, ayrıca BOTAŞ’ın arazisi içinde bu tür faaliyetlerde bulunulmasının da söz konusu dahi olamayacağı” açıklaması geldi.

Henüz soruşturma başlatılmış, kuyuların açılmasına yeni başlanmıştı ki, bizim bazı malum gazetecilerimiz, romantik yazar-çizerlerimiz ve bazı siyasetçilerimiz, “Bunun bir vahşet olduğu, bu askeri yetkililerin o bölgede yaptıklarının insanlık dışı olduğu, meğer Devlet’in terörle mücadele adı altında bölgede cinayetler işlediğini böylece öğrenmiş oldukları” gibi suçlayıcı söylemlerde bulundular.

Yani, vahşi ve gaddar bazı askeri yetkililer tarafından, zavallı ve suçsuz insanlar öldürülüp asit kuyularına atılmıştı, onlara göre!!! Onlar da bunları sadece isnat varken ve hiçbir ispat yokken dillendirdiler.

Gerçeği söylemek gerekirse, iddia edilen kuyulardan çok sayıda ceset çıkabileceğini ben de tahmin ediyordum, başlangıçta aynen onlar gibi. Ancak tek farkla.

Çünkü, genelimizin bildiğine göre; o bölgede yüzlerce töre cinayeti işlenmişti bugüne kadar ve halen devam da ediyordu. Bırakın “namus” gibi hassas bir davayı, “Toprağıma girdin”, “Suyumu aldın”, “Tavuğumu ezdin”, “Çocuğumu dövdün”, “Hayvanıma kışt dedin” gibi son derece basit gerekçelerle, aileler ve aşiretler arasında yıllardır süren “kan davaları” yaşanmış ve halen de yaşanıyordu. Bu nedenledir ki, “o kuyulardan çok sayıda ceset çıkabilir belki” diye ben de düşünmüştüm.

Ayrıca; Türkiye İnsan Hakları Derneği tarafından (ki bu dernek hakkında, “örgüt yanlısı olduğu” gibi uzun süredir çok ciddi görüşler var) yapılan açıklamalarda, “Türkiye’de yaklaşık 5000 kişinin öldürüldüğü ve bunlardan 1000 kişinin kayıp olduğu ve ölü olarak var sayıldıkları” iddia ediliyordu. BOTAŞ’a ait kuyularda kazı çalışmaları başlatıldı. Bu çalışmalara DTP’li belediyeler iş makineleri ile kazılara destek vererek özellikle katıldılar, Baro avukatları, DTP’li siyasetçiler ve bazı örgüt yandaşı temsilciler iştirak ettiler, gözlemlerde bulundular.

Sonuç; iki kemik parçası ile bir fanila parçası. İncelenmek üzere İstanbul Adli Tıp Kurumu’na gönderildi. Sonuç, beklentinin aksine hüsrana dönüşünce (Kolay değil, 1000 kayıp iddiası var), arkasından hemen bazı açıklamalar geldi aceleyle. DTP’li Ahmet Türk, “kuyuların temizlenmiş olabileceği” iddiasını ortaya atarken, kazılara iştirak ederek incelemeler yapan “Barış Meclisi” adlı oluşumun üyesi Av. Sezgin Tanrıkulu da, “Kuyuların açılması semboliktir. Yapılan kazılar, bütün faili meçhul cinayetlerin ortaya çıktığı anlamına gelmez” dedi. BOTAŞ kuyularının ardından, Silopi-Cizre karayolu üzerinde bulunan Sinan Lokantası bölgesindeki iki kuyuda kazılara geçildi.

Buradaki sonuç ise; 9 kemik parçası, saç teli, kafatası gibi insana ait örnekler ile bere ve bez parçaları. Bunlar da İstanbul Adli Tıp Kurumu’na gönderildi. Şimdi soruyorum; madem, kuyuların önceden temizlenmiş olabileceğini düşünüyordunuz ve madem, kuyuların açılmasını sembolik olarak nitelendiriyordunuz da, neden eski bir itirafçı ile ne idüğü belirsiz bir şahsiyetin söylemlerinin arkasına takılıp, “çamur at izi kalsın” mantığına sığındınız!!! Yoksa, “Nasıl olsa kuyuları açmazlar ve böylece de töhmet altına kalırlar” diye mi düşündünüz!!!

Yoksa amaç, sadece ve sadece dikkat çekmek ve seçimler öncesi gündeme gelmek mi idi acaba!!! Ama, bir faydanız oldu gerçekten. Tam olarak sizin gibi düşünmeseler bile, en azından olaylara, yaşananlara ve gelişmelere son derece romantik bakan, derinlemesine bilgisi bulunmayan, değerlendirme yapamayan veya bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan, değerlendirme yapmaya çalışan ve bunu satan, gerçekte zavallı bazı yazar-çizer ve güya düşünür takımının yanı sıra, niyeti öteden beri herkes tarafından bilinen bazı malum şahsiyetleri de ortaya çıkarttınız, kamuoyunun önüne attınız. Ortada “kuyular” vardı gerçekten, ama onlar, daha önce de olduğu gibi yine “yandan” geçemeyip, o kuyuların içine kendileri düşüverdiler.

 
Sabahattin Talu
sabahattintalu@gmail.com