Saatlerdir camın önünde dalgın dalgın etrafı seyreden Kalp birden, kendinden çıktığını fark etmediği bu sözlerle irkildi. Evet, ne olmuştu onlara? İki ay öncesine kadar birbirlerinden hiç ayrılmıyor, hayatı birlikte yaşıyorlardı. Peki ne yapmıştı da Gönül böyle yüz çevirmişti ondan. O an aklına iki ay önceki son görüşmeleri geldi:
Her sabah olduğu gibi yine Gönül’ün kapısını çalmış, günlük sohbetlerini yapmaya gelmişti. Fakat kapı her zamankinden geç ve yavaş açıldı. Her seferinde büyük bir coşkuyla gülen gözlerle kapıyı açan Gönül değildi kapıdaki. Hayır! Bu o olamazdı. Evet, ona çok benziyordu ama o değildi. Şaşkınlıkla bir an durakalan Kalp: “Gönül ile görüşmek istiyorum” dedi.
Aldığı cevap onu ikinci kez şaşkına çevirdi:
“Benim, ne diyecektiniz?”
“…”
“Ne diyecektin, dedim. Sabah sabah önemli bir şey mi var?”
Kalp söylenenleri duymuyor, duyduklarını ise anlamıyordu. Kendini zorlayarak tekrar, “Gönül? İyi misin.” dedi.
Karşısında zorlanarak konuşan ve büyük şaşkınlık yaşayan Kalp’in aksine bu şaşkınlığa anlam veremeyen Gönül, gayet sakin bir tavırla “İyiyim, ne diyeceksen de artık, içeride misafirim var.” deyiverdi.
Aldığı her cevapla şaşkınlığı daha da artan Kalp, misafir sözüne de hiçbir anlam veremedi. Zira yıllardır Gönül’ün tek ziyaretçisi kendisi idi. Zorlayarak kendini topladı ve misafirin kim olduğunu sordu.
“Kim mi? Sana demiştim. Bir gün gelecek demiştim. Sonunda geldi.”
Bir an şaşkınlığı korku ile karışık bambaşka duygulara dönüştü Kalp’in. Kekeledi…
“Aşk ha! Ben… Rahatsız ettim galiba. Kusura bakma, iyi günler.”
Sakin tavrı anlamsız bir paniğe dönüşen Gönül Kalp’in arkasından “Ama dur! Bir şey söyleyecektin hani?” dedi.
Kalp’in aklında ne, ne için geldiği ne de ne söyleyeceği vardı. Şaşkınlığını gizlemeye çalışan ama bunu başaramayan bir tavırla sadece “yok bir şey” diyebildi.
– Kalp! Kalp! Duyuyor musun beni? Bir ses ver lütfen.
Akciğer’in giderek tonu yükselen sesi ile kendine geldi Kalp.
– Duyuyorum evet. Dalmışım…
– Korkuttun bizi. Yine şey şey sandık … Neyse iyisin ya.
İki ay önceki o son görüşmeden sonra kalp hastalanmış, durumu gittikçe kötüleşmişti. Son iki haftadır ayağa da kalkamıyor sürekli yatakta geçiriyordu günlerini. Neyse ki yalnız değildi. Bütün dostları yanında idi. Akciğer ve Böbrek kardeşler Karaciğer, Beyin ve diğerleri… Herkes oradaydı. Bir tek o yoktu. İki ay boyunca hiç yanına gelmemişti. Hasta olduğunu bilmiyor muydu acaba? Önceleri böyle olduğuna inanmış, “Bilse kesin gelirdi.” demişti. Arkadaşları da üzülmesin diye onunla aynı fikirdeymiş gibi davranıyorlardı. Oysa Beyin tam beş kez gitmişti yanına. Durumu anlatmış, Kalp’in çok kötü olduğunu hep onu sayıkladığını söylemiş ama Gönül her seferinde bir bahane bulmuş ve gelmemişti.
İki ay önce gelen misafiri bir türlü gitmiyordu Gönül’ün. Adeta bir mahkum gibi ona mecbur yaşamaya başlamıştı. Hiç evinden çıkmıyor, bugüne kadar ayrılmadığı dostu onun yüzünden ölümle pençeleşirken o oralı bile olmuyordu. Beyin her defasında durumu anlatmaya çalışıyor, Kalp’in kurtuluşunun ona bağlı olduğunu söylüyor ama Gönül sanki bir esir gibi gelemiyordu.
Tekrar derinlere dalan Kalp’in yanından çıkan doktor, “Artık tedavi cevap vermiyor. İlk başlardaki yaşama isteği yok hastada. Böyle giderse kısa sürede kaybederiz hastayı.” dedi. Zaten iki aydır çok üzülen ve elinden hiçbir şey gelmediği için kahrolan Beyin son bir ümitle, “Peki bizim yapabileceğimiz bir şey yok mu? Hiçbir şey yapamaz mıyız?”diyebildi. Doktor söyleyeceğinin gerçekleşmeyeceğini bilen fakat yine de Beyin’in üzüntüsünü azaltmak isteyen bir tavırla, “Her şey onun elinde. Hayattaki tek bağı o. Onu ikna edip getirebilirseniz, belki…”diye cevap verdi.
Beyin bir taraftan arkadaşının durumuna üzülüyor, bir taraftan da arkadaşının onu bu hale düşüren biri için, nasıl olup da böylesine hayata küstüğüne bir anlam veremiyordu. Ama yapacak bir şey yoktu. Bir kez daha gidecekti ona. Bu sefer getirecekti ama. Ne olursa olsun almadan gelmeyecekti.
Yanına Akciğer kardeşleri de alan Beyin, Gönül’ün kapısına dayandı. Kapı, son zamanlarda olduğu gibi yavaş ve oldukça soğuk bir tavırla açıldı. “Yine mi siz?” demek için hazırlanan bir bakışla bakan Gönül, daha ağzını açamadan Beyin söze başladı: “Bu kadar nankör olamazsın o senin en iyi dostundu. Her şeyinizi paylaştınız. Bu mu senin vefan bu mu sevgin? Gelir misin, demeyeceğim. Çünkü mecbursun gelmeye. Onu bu hale sen getirdin, geleceksin ve o iyileşecek. Geleceksin, anlıyor musun? Geleceksin, hem de hemen!”
Tutamadığı gözyaşları içli sözlerini daha da etkili hale getirmişti Beyin’in. Böylesi bir tavrı arkadaşları da beklemiyordu. Onlarda çok etkilenmiş ve kendilerini tutamamışlardı. Fakat Gönül anlaşılmaz bir soğukkanlılıkla dinlemişti sözleri. Bir an bekledi, düşündü… Aslında içinde büyük bir fırtına kopmuş, arkadaşının acısı yüreğini yakmıştı. Ama ne yapabilirdi ki? O istemez miydi yıllarını paylaştığı dostuna gitmeyi, onu iyileştirmeyi? Özgür değildi artık. Nasıl bir durumdu anlamıyordu ama gidemiyordu işte. O, içinde biri bir tarafa diğeri başka tarafa devrilen bu karmaşık düşüncelerin ortasında kaybolmak üzereydi ki; “Git. Git ama çabuk gel” diye bir ses geldi içerden. Aslında herkesin sevinmesini sağlayacak bu sözler buz gibi geldi onlara. Gönül, kısa bir tereddüdün ardından içeri yöneldi ve “Ne dedin?” dedi, Aşk’a bakarak. “Git dedim,” dedi Aşk. “Anlamadın mı? Git ama çok kalma.” Sözlerinde sanki olacakları sezmiş olmanın verdiği rahatlık ve acımasızlık vardı. Gönül hiç vakit kaybetmeden hazırlandı ve arkadaşları ile birlikte hemen yola koyuldu. Her adım yolu biraz daha uzatıyordu sanki. Evleri aynı sokaktaydı, hemen gitmeleri gerekirdi oysaki. Fakat bu kahrolası yol bitmiyordu bir türlü. Mesafe uzadıkça aklına kötü şeyler geliyor yüreğinin acısı gittikçe çoğalıyordu. Ya yetişemezse, ya ya artık çok geç kalmışsa? Aklını kurcalayan bu sorularla yürürken bir an, duran arkadaşlarını gördü. Ne olduğunu soracaktı ki, Kalp’in kapısının önündeki kalabalığı fark etti. Dondu adeta. Bütün hayatı gözlerinin önüne geldi o an. Evet, ona bir şey olmuştu. Yığıldı oraya…
Son sözü Gönül olan Kalp’in öldüğü kesinleşmişti artık. Doktorlar, içeride son işlemleri yapıyordu ki, Gönül’ün fenalaştığı haberi geldi. Hemen dışarı çıkan doktorlar onunla ilgilenmeye başladılar. Fakat artık çok geçti. Kader acı bir son hazırlamıştı onlara. Son günlerini ayrı geçiren bu iki dost Aşk’ın uzaktan ve haince bakan gözlerinin önünde ölüme birlikte gitmişti…
Yoğun bakımın önü bir anda kalabalıklaştı. Doktorlar, hemşireler gidip geliyor ama kimse bir şey söylemiyordu. O hayat dolu kızlarını iki ay içinde bu hale getiren şeyin ne olduğunu hiç anlayamamıştı Ahmet ve Zeynep çifti. Her şey bir anda değişmiş kızları hayata nasıl küsmüştü? İki aydır hastanelerde dolaşıyorlardı ama kimse bir çare bulamıyordu. İki hafta önce ise gözlerinin ışığı olan kızları bitkisel
hayata girmiş ama onlar umutlarını hep korumuşlardı. Peki ya şimdi? Yoksa burası mıydı umudun bittiği yer? Ahmet Bey bir taraftan kızı için dua ediyor bir taraftan da eşini sakinleştirmeye çalışıyordu. Fakat onun da durumu Zeynep Hanım’dan pek farklı değildi. Bu iki insan haftalardır korku ve ümidi aynı anda yaşamayı öğrenmişti. Onlar bu duygular içindeyken yoğun bakım odasından gelen ses sanki tüm hastanede yankılandı.
– Hocam, hastayı kaybediyoruz!
İki ayda iki kez kalbi duran hasta bir kez daha aynı durumla karşı karşıya kalmıştı. Fakat bu, diğerlerinden daha zor olacaktı. Çünkü doktor bir öncekinde, tekrarı hastayı kaybetmemize sebep olabilir, demişti.
– Defibrilatörü hazırlayın!
– Hocam hazır.
– 300 ile başlayacağız çabuk.
– Hocam hazır.
– Vur!
– Tekrar, şimdi 400.
– Hazır!
– Vur!
– Olmuyor 500.
– Vur!
– Hocam hasta ex oluyor.
– 600 vur.
– …
– …
– Hastayı kaybettik arkadaşlar…
– Hocam bilgiler?
– Hasta adı: Gönül DERTLİ. Teşhis: Kara Sevda. Ölüm Sebebi: AŞK!…