Ölü Şehir şiiri…
ÖLÜ ŞEHİR
Gayret ettim… Süründüm, sürgüler çektim gün ışığına… Bakınca hiçbir şey kalmamış geriye. Hiçbir şey bir şarkı gibi dilimden düşmemiş. Bir avuç küle dönüşmemiş daha onca acılarım. Şimdi herhangi bir günün, herhangi bir gecesinde karanlığa karışıyorum ve bir deniz gibi sularımda boğuluyorum. Kalkıp gitmeli aslında, burada hiçbir şey sevinçlerime benzemiyor, hiçbir şey tutmuyor beni bu enkazlarda. Bir deprem gibi titremişti yalnızlıklarım, bir gök gürültüsü gibi kükremişti yanı başımda şehrin sarı ışıkları. Şimdi yavaş yavaş kararıyorum, yavaş yavaş gölgeme sığınıyorum işte…
Caddeler ıslanmış… Gerek var mı biraz daha yağmama? Daralan sokaklarda genişliyor yalnızlığım, geçemiyorum kaldırımlardan, kendimden geçiyorum. Saat 3’ten geçiyor, ayaklarım hüzün kokulu asfaltlardan. Ölümüne koşmalı şimdi, ölümüne yasak bir şarkı söylemeli. Tek tek kapıları çalmalı, uyandırmalı kenti, kimseler olmayacak evlerde biliyorum. Ölü bir şehirde sağ kalan, ertelenen bir ecel gibiyim… İşte: acılarımı giyiniyorum, yağmur yağıyor ölü bir kente… Yağmur yağıyor unutulan bir ecele… Ve sabahın dördüne tutunuyorum ey aşk…
Bana güzel bir şeyler söyle Bilal… Kulağıma yalnız olmadığımı fısılda. Avuçlarımdan dökülen şu karanlığın beni alıp götürmesine izin verme. İçimden bir nehir gibi akıp giden hatıralarıma, yaralarıma, damarlarımda patlayan mayınlara aldırma. Ve giderken birkaç tane sigarayla ceketini bırak… Tepeden tırnağa donuyorum. Oysa ne yangınlarda tutuştum, sen daha iyi bilirsin…
Ah bu vaktin sessizliği… Beni yakıp tutuşturan karanlığın infazı. Gökyüzünde kuşlar vurulsa, ormanına küs bir ağaç devrilse içimde, yanağımda güller kanasa. Sıkı sıkı sarılmışım gecenin bir anına. Bıraksam bir daha bu caddede yürümeyeceğim, böylesine bir yağmurda ıslanamayacağım, sigara içemeyeceğim gibime geliyor.
Alıp dünlerimi sırtıma kambur bir ihtiyar gibi oyunlarına konuk olmak vardı şimdi çocukların. Yakamoz düşmüştür şimdi denizin kalbine. Ay vurulmuştur, paramparça bölünmüştür dalgalarda… Tüm şehirler uyanmak üzeredir. Kapitalist mağazalar, dükkânlar bir vampir gibi avını beklemektedir.
İşte… Ben de gözlerimle yatalak, üşüyen bir sabahı karşılıyorum. Gün doğmak üzeredir. Birazdan bütün hüzünlerim deşifre olacaktır yorgun bir kentin en işlek caddesinde.
Yanıma bütün cim bomlu arkadaşları getir Bilal. Bana:
“Öyle kendini bırakmak yok adamım… Salıvermek hiç yok” desinler…
31 03 2006
Yeşilyurt/TOKAT