‘Şahit yok, siluetler belirsiz, bilinen tek şey iki ölü olduğu…’
Kefenini kendi ellerimle biçtim, kalem tutan ellerim kadar aktı giysin… Ellerine ve alnına zarar gelsin istemem yatağını karanfilden yaptım, kızma… Kırmızı olanından, en sevdiğinden…
Kusursuzca yerleştirdim tabutuna seni, rengi maviydi, en umutlusu… Yüzün ve ellerin açıkta…
Yine tek başıma sırtlandım, gidiyoruz umudum uzaklara…
…Toprak soğuk, üşüdün, ısınmalısın… Yazdığın mektupları, sana ait ne varsa hepsini yokladım, yanmışlar…
Avuçladım onları, külleriyle donattım kabrini…
Sıcacık olduğunu hissettim, bak ruhun bile huzurda, ilk günkü gibi gülümsüyorsun hala…
Toprağı kapatasım gelmedi… Uzandım yanına boylu boyunca…
Dertleşecek ne de çok şey birikmiş…
Yarım kalan hikayeden bahsettim biraz, elinle versen içeceğim şaraptan, yazmamı istediğin nice umut dolu mektuplardan…
Laleler? Unutmadım, açıkta kalan yüzüne ve ellerine bıraktım onları da… Alnını bir kez öptüm… Yağmur değdikçe çok daha güzelleşeceksin tadıyla…
Yağmurla buluşmadan son kez baktım, hala gülümsüyordun, ben de gülümsedim…
Toprağa emanet etme vakti geldi..
Yağmurla buluşmuş toprağı sıvazladım, aslında önce ellerinden başlamalıyım gömmeye, onlar değil miydi beni diri diri gömen..kıyamadım ki..
ellerin? umuttu,emekti,hayattı..
Hava karardı… Sonunda ellerine de bulaştı toprak… Buz gibisin…
Ayak ucunda bekliyorum artık..
Kızıl çocuğuma duamdır;
Ara ara gelip donatacağım seni… Masallar anlatınca ısınacaksın… Küçük prens de okuyacağım meraklanma…
Hem biliyor musun bu yıl burda bahar olmadı, ama olur ya bir çiçek açışına şahit olurum, işte o vakit o çiçek gibi tutunacağım ben de toprağıma…
Sevdiğimiz sonbahar yakındır umudum eylül ayında çokça görüşeceğiz…
Kabrin içimde… İçim, dünyalar kadar…
Şimdilik hoşçakal hayat…