Birkaç gün sonra mühendislik okuyan bir arkadaşımla oturuyorum. Arkadaşım bana şöyle dedi: “Hayat sıkıcı. Çok monoton. Senin nasıl?”
Ardından mühendislik okuyan bir başka arkadaşımla konuşuyorum. Arkadaşım diline şu cümleyi dolamış: “Hayat yaşayana güzel” Her görüştüğümüzde arkadaşım bana bu cümleyi söylüyor. Çünkü kendi hayatından memnun değil arkadaşım. Bir de şunları söyledi bana: “Üniversiteye kapağı bir at, rahatlarsın. Üniversite hayatı çok zevklidir. Unutamazsın ve ‘hey gidi günler’ dersin diyorlardı ama galiba pek bir alakası yokmuş”
Aslında yukarıdaki örnekleri daha önceden yazacaktım ama araya hep başka konular girdi. Ancak yazıyı yazdığım geçtiğimiz pazar günü sabahında markete gittim ve “artık bu yazıyı biran önce yazmalıyım” dedim kendi kendime.
Niye mi? Çünkü…
Türkiye genelinde hizmet sunan bir marketten ekmek aldım ve kasaya geldim. Kasiyere, bir müşteri “Yüzün asık. Canın sıkkın galiba. Niye?” dedi. Kasiyer de “Sıkkın. Öyle işte.” diyerek konuyu kapattı. Diğer kasiyere de aynı müşteri aynı şeyleri söyledi ve şu cevabı verdi kasiyer: “Bazı arkadaşlarımız canımızı sıkıyor.”
Tabii bence bir de buna ‘istemediği işte’ çalışmayı da eklemeliyiz…
Çünkü…
Biliyoruz birçok kimse ülkemizde istemediği, sevmediği işte çalışıyor. Örneğin geçenlerde, birçok kimsenin okumak istediği bir bölümde okuyan arkadaşım “Seneye üniversiteye yeniden hazırlanacağım” dedi. Bilmem belki de birçok öğrenci gibi o da ailesinin zoruyla yazmıştı okulunu. Çünkü bu ülkede birçok öğrenci, ailesinin zoruyla “Tıp olsun da neresi olursa olsun” veya “Hukuk olsun da neresi olursa olsun” telkinleriyle okumaya gidiyor ancak sonucu kötü oluyor. Örneğin Erzurum Tıp’ta okuyan arkadaşımdan örnek verebilirim. Arkadaşım bir İstanbul hayranı idi. Ancak 24 tercih arasına İstanbul dışından yazdığı tek okul olan Erzurum Tıp geldi ve geçen sene sınıfta kaldı. Galiba bu sene de sınıfta kalacak… Çünkü babası istemişti arkadaşımın Erzurum Tıp’ı yazmasını ve orası geldi. Sevmeyerek okumaya çalışıyor. Peki, sonra ne olacak? Bu arkadaşım eğer mezun olursa bu ülkenin ‘işini pek de sevmeyen bir doktoru’ olacak. Zaten bir sürü işini sevmeyen öğretmen, gazeteci, doktor var… Bir tane daha doktor olsa ne olacak değil mi?!
Geçenlerde Ceyhun Yılmaz’ın radyo programını dinliyordum ve bir dinleyici programa katıldı. Yılmaz “hayatın nasıl gidiyor” sorusunu sordu ve şu cevabı verdi vatandaş: “Hayat çok güzel. Hayatı, yaşamayı çok seviyorum.” Ne güzel değil mi ülkemizde böyle insanların da olması… Tabii ben bu cümleleri duyunca şaşırdım. Çünkü uzun zamandır böyle cümleler duymuyordum. Genelde bu tür cümleleri gazetelerin magazin sayfalarında veya eklerinde okuyordum. Şaşırdım o vatandaşa ve kendi kendime “Acaba bir insan hayatı, yaşamayı bu kadar nasıl sevebilir?” dedim.
Örneğin bir başka radyo programcısı Onur Yar’a programlarında çok sayıda “Nasıl hayatı bu kadar sevebiliyorsun? Nasıl bu kadar mutlusun? Nasıl bu kadar enerjik olabiliyorsun?” diye sorular geliyor. Eskişehir İşletme’yi 8 senede bitiren Yar ise “Sevdiğim işi yapıyorum. Onun haricinde spora gidiyorum, seslendirme yapıyorum, tiyatro yapıyorum.” diyerek sevdiği işi yaptığına ve hobileriyle uğraştığına dikkat çekiyor.
Doğrusu ya yaşamak zor… Yaşamın tadını alarak yaşamak çok daha zor… “Hayatın yaşayana güzel” olduğu ve “O bunu kesti”, “O bunu öldürdü” gibi haberlerin giderek arttığı ülkemizde bence asıl ‘çılgın proje’ insanların mutluluğunu sağlamak olmalı.
Tam bu cümleleri yazdığım pazar günü Taraf gazetesi yazarı Markar Esayan’ın da “Yaşamak” başlıklı bir yazı kaleme aldığını gördüm. Söz şimdi onun…
“Yaşamak… Sadece yaşamak… Dünyanın, tabiatın, dostların, sevginin içinden geçerek, yoğrularak yaşamak. Mış gibi yapmak değil, çevresinde dolanmak hiç değil. Elinin kirlenmesi pahasına, hata yapmak pahasına, canının yanması pahasına yaşamın tam ortasından geçmek… Sevgiyi, aşkı, baharları hiç sektirmeden, sadece yaşamak. Bunu yapmadığınızda, bilin ki diğer yaptıklarınızda bir hile vardı. Bir sorun vardır. Bir eksik vardır. En büyük günah mutsuz olmaktır. Çünkü mutlu olmak, yaşamaktır, yaşamak ise bir cüret. Şimdi sorun kendinize; yaşıyor musunuz gerçekten? Ve yaşamıyorsanız şayet… Neden?”
Erden ÖZKANT
Sayın Erden Bey,
Dünya bir misafirhanedir, insan bu misafirhaneye imtihan için gelmiştir. Onun rızası önemli, gerisi boş. Asıl olan ebedi alemi kazanmaktır. Yaptığımız her işi O’nun için yapmalıyız.
Ancak, sizin arzularınız da önemli. Keşke insanlar sevdiği işi yapsalar da mutlu olsalar. Her birey tüm bireylerin mutlu olmasını ve sevdiği işi yapmasını ister. Ancak bu çok mümkün olmaz.
Keşke herkesin sevdiği işi yaptığı günler gelse ve keşke insanlar mutlu olsa. Ama bu ancak şu kurala mümkün olur her halde: güzel gören güzel düşünür güzel düşünen de hayatından lezet alır. Lezetli bir dünya herkesin olsun.