İlköğrenimini Ağın’da tamamlayan Gençosmanoğlu, ortaöğrenimini Akçadağ köy enstitüsünde yaparak 1946 yılında bu okuldan mezun oldu. 18 yıl ilkokul öğretmenliği, bir süre de ilköğretim müfettişliği yaptı. Daha sonra milli eğitim bakanlığı yayımlar genel müdürlüğü’ne geçti.
Şiire, ortaokul sıralarında iken başlayan Gençosmanoğlu’nun şiirleri; Orkun, Aras, Türkeli, Türk Yurdu, Töre ve Türk Edebiyatı dergilerinde yayınlandı. İlk şiir kitabı olan “Bozkurtların Ruhu” 1952’de, ikinci eseri “Gençosman Destanı” ise 1959 yılında basıldı.1969’da Nihal Atsız’ın “Bozkurtların Ölümü” adlı eserini “Kür Şad İhtilali” adıyla nazma çekerek, bu ölümsüz eseri destanlaştırmış oldu. 1971’de Malazgirt Zaferi’nin 900. yıl dönümü münasebetiyle yazmış olduğu “Malazgirt Destanı’ndan sonra”, 1973’de “Kopuzdan Ezgiler”, 1976’da “Salur Kazan Destanı”, 1977’de “Boğaç Han Destanı”, 1983’de de “Destanlarla Uyanmak” adlı eserini yayımladı.[2]
Birkaç baskı yapan bu eserlerinden seçtiklerini 1992’de “Destanlar Burcu” adlı bir kitapta toplayan şair, yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak 21.03.1993 tarihinde, çok sevdiği Ağın’dan uzak bir diyarda, İstanbul’da, vefat etti. Gençosmanoğlu, Cumhuriyet dönemi şairleri arasında destan türüne en çok emek veren şairlerimizin başında gelir…
II.EDEBİ KİŞİLİĞİ
III.ŞİİR ANLAYIŞI: Şair şiiri olan milletlerin, aynı zamanda şiir gelenekleri, şiir kurallarının var olduğunu belirtmektedir. Gençosmanoğlu’na göre şiir; kendine has kurallar içinde gelişir, güzelleşir, büyür…
ÖLÇÜ: Şair “aruz”un da “hece”nin de bizim olduğunu ve birinin birinden çıkmış kadar yakınlık ve benzerlikler gösterdiğini söylemektedir. Başka milletlerin aruzu kullanmalarının bu ölçünün bizim “milli şiir ölçümüz” olmadığına engel teşkil etmediğini söylemektedir. Ölçüsüz yani serbest şiirin de kuralları ve gelenekleri olduğunu, başıboş olmadığını anlatmaktadır…
DİL: Gençosmanoğlu dil konusunda da; dil deyice, konuşulan dili anladığını anlatmaktadır. Dilin gelişip zenginleşmesinde, güzelleşmesinde yazarların, şairlerin büyük görevleri olduğuna inandığını aynı zamanda Türkiye’de yayımlanan eserlerin, bütün Türk dünyasında kolaylıkla okunup anlaşılır bir nitelikte olması gerektiğini vurgulamaktadır. Şaire göre şiirde dil; ana unsurdur. Şiir dili mensup oluğu dilin kaymak tabakasıdır.
Şair, eski şairlerden sevdiğin daha çok olduğunu belirtmiştir. Kopuzla ile ilk deyişi söyleyenden tutunuz da, sanatı; aşk ve iman olarak anlayan, gördüklerini duyduklarını, sezdiklerini anasının ak sütü ile yoğurup ana diliyle söyleyen Türk şairlerinin hepsini sevmiştir. Ama ona göre son büyük şairimiz Yahya Kemal ve yaşayanlardan ise şiiri heves ve caka satma ölçüsünden çıkarabilmiş şairlerden Arif Nihat Asya’dır…
IV.SANAT ANLAYIŞI
Gençosmanoğlu’na göre; Türk sanatının kaynakları pek tabii ki, üç bin yıllık Türk harsı (kültürü) dır. Kökü bu kaynağa varamayan sanat cılız kalmaya hatta yıkılmaya mahkûmdur. Nitekim günümüzdeki, sanat anarşisi köksüzlükten yani Türk kültürünün derin kaynaklarına inmemekten ve onu inkâr etmekten ileri gelmektedir. Bugün şiirle uğraşan yüzlerce şairden pek azı, divan şiiri hakkında bilgi sahibidir. Divan şiirimizi, halk şiirimizi bilmeyen, kimselerin bir sanatçı ya da şair olabileceğine de inanmadığını söylemektedir. Şaire göre iktisadi gelişmeler cemiyet yapısında da değişiklikler yapmaktadır. Hatta bu gelişmeler cemiyetin başını döndürüp cemiyeti tepetaklak edebilir. İşte marifet, bu baş dönmesini önlemek ve iktisadi gelişmenin yaptığı sarsıntıya kaptırmadan milleti, hedefine doğru yürütmektir. Bu iş sanatkârın görevidir. İktisadi hayat günün şartlarına göre değişebilen ve değişmesinde de sakınca olmayan bir olaydır. Ancak sanat böyle değildir. Bu bakımdan iktisadi gelişmelerin ölçüleri ile sanattaki gelişmenin ölçüleri ayrı şeylerdir.
İktisat, nasıl ki cemiyetin maddesi ise, sanat da “mana”sıdır. Bu bakımdan mananın bozulmaması sanatkârın sorumluluğuna bırakılmıştır. Mana, yukarıda söylediğimiz gibi üç bin yıllık bir geçmişten günümüze getirdiğimiz ve geleceğe götüreceğimiz harsi (kültürel) değerlerimiz olduğuna göre, sanatkârın görevi iktisadi gelişmenin baş dönmesini milli değer ölçüleri dâhilinde gidermektir. Şayet sanatkâr da kendini iktisadi gelişmenin hazzına kaptırmışsa cemiyet dediğimiz gemi batar. Gençosmanoğlu’na göre memleketimizdeki iktisadi ve sosyal gelişmelerin, plansız, programsız, anormal oluşu sanatkârı şaşırtmış, sanatı öldürmüştür. Daha doğrusu, memleketimizde iktisadi ve sosyal ‘gelişme’ değil ‘değişme’ olmuştur. İktisat, sosyal hayat, sanat hayatımız bir anarşi içindedir. Anarşi bitmedikçe bu soruya sıhhatli bir cevap vermek de mümkün değildir.
Gençosmanoğlu, batıya dönük sosyal hayatı benimsemeyi ‘batmak’ olarak niteler; öyle ki O’na göre, batının bin yıllık hedefi Türk milletini kendilerine benzeterek yeryüzünden silmektir. Türk kafası taşıyanlarda batının beyni bulunmayacağı için bunlar olsa olsa beyinsizdirler. Batıya dönük Türk sanatı diye de bir şey de olamaz. Bu, olsa olsa batı taklitçiliği olur; nitekim olmuştur da sanat diye pazara getirilen kırk yıllık sanat, batı mukallitliğinden başka bir şey değildir.
Niyazi Yıldırım kendisiyle yapılan bir söyleşi esnasında, “Halka dönük sanat nedir, genellikle nasıl yorumlanır ve bu yorumun Türk sanatına olumlu bir şekilde etki etmesi mümkün müdür?” şeklindeki bir soruya: “Halka dönük sanat, halkta bulunan işlenmemiş cevheri alıp işlemek ve halka vermektir. “Halka dönük” deyimini uyduranlar, bunu bizim anladığımız manada anlamazlar. Onlar halkta bulunan işlenmiş işlenmemiş bütün cevherleri ufalayıp toz etmekte, kısa zamanda onu da kendilerine benzetmeye çalışmaktadırlar. Bu ‘dönekler’ taifesinin Türk sanatını olumlu veya olumsuz hiç bir şekilde etkilemeleri mümkün değildir. Kendileri çalar, kendileri dinlerler. Ancak bu gürültüyü kesmenin tek çaresi vardır. O da Türkçü sanatkârların yetişmesi ve canlarını dişlerine takıp çalışmalarıdır. “şeklinde cevap verir. Ardından ‘Türk sanatı milli midir ve ya milli kaynaklarından kopmuş mudur?’ sorusuna cevaben: “Ortada Türk sanatı varsa elbette millidir. Fakat Türkiye’de yaşıyor, Türkçe konuşuyor diye her sanata da ‘millidir’ diyemeyiz. Mevcut Türk sanatı milli kaynaklarından kopmuştur, Cumhuriyetimizin kuruluşuyla birlikte Atatürk, Türk dilinin araştırılması, geliştirilmesi için “Türk Dilini Tetkik Cemiyeti”ni kurmuştur. Sebebi, yapılan inkılâbın meydana getirdiği kopuklukları telafi etmek ve milli kültür kaynaklarımızın yolunu açmaktı, Sonra “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti”ni kurdu. Sebebi, Türk tarihinin dolayısı ile Türk kültürünün en derin kaynaklarına inmenin yollarını aramaktı. Atatürk’ün geçmesiyle adı geçen cemiyetler önce adlarını sonra istikametlerini değiştirdiler. Böylece Atatürk’ün, milli kaynaklarımızla kurmak istediği bağı koparmış oldular. Bu bağı yeniden kurmak için, milli kaynaklarımızı teşkil eden ve her unsuru bir hazine değerinde olan eski sanat ve harsımıza ait eserlerin günışığına mutlaka çıkarılması gerekmektedir. Çünkü sanatımızın tılsımı, büyüsü, ihtişamı… Bütünüyle ortaya çıkmadan onu geliştirmek ve büyütmek mümkün değildir.” der. “Türk sanatının ve sanatkârını milli olabilmesi için gerekli olan ilk şart sayarak inanmak ve sevmektir. Sonra araştırmak ve yorucu, sabalı çalışmayı göze almaktır. Sanatın milli olabilmesi, millete benzemesi, onu yansıtması demektir. Bu kurallar elbette ki ilk olarak sanatkârlar için geçerlidir… Sanat araştırma işi olduğu kadar, aynı zamanda bir eğitim işidir de. Bu bakımdan, ciddi sanatkârlara bir takım imkânlar hazırlanması, verilmesi lazımdır.
“Tarih milletlerin hafızasıdır; bu nedenle aklın ve mantığın işlemesinde çok büyük rolü vardır. Dünü hatırlamayan bir insan, bugünün manasını anlayamaz. Yeni doğmuş çocuk nasılsa öyledir. Hafızasızlık devam ettikçe, çocukluk da devam eder. Milletler de insanlar gibidir. Geçmişlerini hatırlamaları, hatta bu hatıralarını daima canlı tutmaları gereklidir. Geçmişteki acı olayların tekrar yaşanmamasını sağlamak, tatlı olaylar üretmek, tarih ve tarihteki yerimizi, tarihi yapan atalarımızı hatırlamakla mümkündür. Bu konuda sanat en uygun, en etkili bir vasıtadır. Sanatın konusu eski olmakla sanat eski sayılmaz. Geçmişle gelecek arasında köprü kuramayan sanatkâr, görevini kavrayamamış demektir. Aynı zamanda sanatın manasını da anlayamamıştır. Millet, sanatkârlarını verdikleri eserler ölçüsünde vardır. Sanat eserlerinin aksettirebildiği mana ile şahsiyet kazanabilir. Öyleyse, geçmişle günümüz; hatta geleceğimiz arasında denge kurmak ve “dün” “bugün” “yarın” diyebileceğimiz dayanaklar üzerine kurulan bir köprüden asıl hedefe yürümek mümkün olabilecektir. Bu hedef, Türk düşüncesinin, Türk sanatının dünya ölçüsünde insanlığı kucaklamasıdır. Bu görevi Türk milletine Allah’ın verdiğini unutmamalıyız…
“Sanatkârın dünyası; sanatını icra ederken, içinde bulunduğu ruh halidir diyebilirim. Bu icra sırasında sanatkâr yaşadığı çevreden uzaklaşır ve yeni bir çevreye intikal eder, yani kendinden geçer. Tasavvuf deyimiyle bir vecd ve istiğrak haline bürünür. Gerçek sanat eseri böyle bir ruh haline geçilmeden verilemez.”[4]
Destan Hakkındaki Düşünceleri: “Destan, bir milletin en yüksek duygu, düşünce ve isteklerini ifade eden ve değişmez özelliği ‘kahramanlık’ olan eserlerdir. Bu konuda bir İngiliz şairi şöyle diyor : ” Bir kahramanlık şiiri, şüphesiz ki insan ruhunun başarabileceği en büyük eserdir. “Türk destan kaynakları çok zengin olmakla beraber, hemen hemen (Maraş Destanı hariç)
hepsi hammadde halinde bulunmaktadır. Henüz tam bir destan niteliği kazandırılmadığı için destanımız, sanat ölçüsünde ifadesini bulamamıştır. Bu edebiyatımız sakatımız, şiirimiz, topyekûn harsımız bakımından büyük bir noksanlıktır. “Türk Destanı”nı işlemek günümüzün sanatkârı için bir vecibe olduğu kadar, milletimiz için de büyük bir ihtiyaçtır.
Geçmişle, günümüzle ve gelecekle bağlantı kurmak zorundayız. Millet olarak var olmamızın, yaşayabilmemizin ve atalarımızın Allah’tan alıp bize miras bıraktıkları büyük ülkümüzü gerçekleştirebilmemizin tek şartı budur. Destan, tek başına bir konu olmakla beraber, sanatın her dalına konu ve ilham veren derin, geniş ve gür bir kaynaktır. Ben yazmış olduğum “Kür Şad İhtilali” ve “Bozkurtların Destanı” adlı eserlerimle bunu yapmak istedim. Aynı zamanda destan, milli şuuru dinç tutan, milli dinamizmi yoğuran en büyük amillerden biridir. Milli şuur olmadan, milli hiç bir şey yapılamayacağına göre, gençlerin şuurlarına bilenmiş bir süngü parlaklığı ve keskinliği kazandırmak istedim. Destanda ibretler vardır; dünya görüşümüz vardır; acılarımız, mutluluklarımız vardır… Ben şahsen bunları yansıtmaya çalıştım…”
V.TÜRK ŞİİRİ
VI.ESERLERİ
KÜR ŞAD İHTİLALİ DESTANINDAN
Ben,
Bumin Kağan’ın torunu
Çuluk Kağan oğlu Kür Şad !
Otuz bile değil yaşım
Çin’de tutsaklığa dayandım on yıl
İşe yarar diye başım !!!
Kara bulutlar yığıladursun
Çin göklerine
Tanrı dağlarının karlı yamaçlarından
Derinden derine
Bozkurtlar sesleniyordu
Yürüyordu kırk yiğit Çin sarayına
Destanlar tarihi yeniden süsleniyordu
Kara bir duvar gibiydi karanlık
Karanlık göğüsleniyordu
Değişmezdi tanrı yasası,
Yeni bir hayat,
Yeni dökülecek kanlarla besleniyordu !
Karanlıktı,rüzgardı,yağmurdu…
Yay kirişleri ıslanıyordu.
Yalınkılıçtılar…
Tepeden tırnağa hınçtılar…
İçlerinde ak saçlı koca kurtlar,
Nice savaş görmüş baturlar vardı.
Bazıları delikanlı gençtiler…
Bilirlerdi niçin doğdular,
Nerde öleceklerdi…
At üstünde doğmuşlardı ;
Yerde öleceklerdi !
Atları yoktu,
İlk kez,
Yaya döğüşeceklerdi !
Isırıyordu rüzgar, kırbaçlıyordu yağmur…
Kan kokuyordu karanlığın
Kara dişlerinde …
Kurtuluşun türküsünü uluyordu Bozkurtlar
Yay kirişlerinde
Çin ülkesinde Çinli sayısını
Bilen yoktu.
Kaç kadın ,kaç er kişi vardılar !
Kırılsalar kırk tonu doldururdular.
Genişti Çin ülkesi…
Kırk gün at tepilse mola vermeden
Bir baştan bir başa erişilmez !
Azığı, akçası, ürünü boldur
Fakat pazarlığa girişilmez !
Savaşta bir Türk’e kırk Çinli düşer
Teke tek vuruşulmaz
Tanrı da ezelden düşman yaratmış
Barışılmaz.
Bu gece yine o, sayısızca çok…
Ve ihtilalciler hepsi, kırk kişi !
Neylerse güzeldir tanrı’nın işi…
Karışılmaz !..[6]
ŞİİRİN TAHLİLİ
Savaş ve kahramanlık duygusu Türk tarih ve kültüründe çok önemli bir yer tutar. Niyazi yıldırım Gençosmanoğlu, ırkçı,Turancı bir tarih ve milliyetçilik anlayışına sahip olmakla birlikte yazdığı eserlerin tamamında, bu özelliklerine paralel olarak savaş ve kahramanlık duygularını ağırlıklı olarak işlemiştir. Zira eserlerinin tamamına yakınını, bu duyguların hâkim olduğu destan türünde yazmış olması buna en güçlü delili teşkil eder…
Türklerin ünlü atalarından Kür Şad’ı ve İhtilalini anlatan şiir, baştan sona kadar epik bir hususiyet arz eder. Şiirde göze çarpan en belirgin özelliklerden biri, şiirin tamamına hâkim olan hamasi anlatım tarzıdır. Destan türüne paralel olarak şiir, vezinsiz yazılmıştır. Şiirin geneline yayılan belirli bir kafiye şeması olmamakla birlikte, bazı mısralar kendi aralarında kafiyelidir. Özellikle bazı dizelerin tek kelimeden oluşması (barışılmaz, karışılmaz) şiire, farklı bir ahenk ve tat kazandırmıştır. Şair, “yazın dili konuşma diliyle paralellik göstermelidir.” ifadesini, destekler nitelikte şiirini oldukça sade ve temiz bir dille yazmıştır. Şiir, şaire yakıştırılan “epopeci şair” deyimini kanıtlar bir tarzda, fikrin, duygu potasında eritilerek yepyeni, akıcı ve heyecanlandırıcı bir üslupla yansıtıldığı, bir eser mahiyeti görünümündedir.
Şiirin bütününe hâkim olan yüceltme duygusu, ifadeye ihtişamlı bir hava verirken gerçeklik fikrinden uzaklaşılmasına sebep olmuştur. Milliyetçilik fikrinin her motifiyle işlendiği şiir, şairin dünya görüşünü yansıtan bir ayna konumundadır.
KOÇ YİĞİT KİMDİR?
Şahbazım! Koçyiğit, er meydanında
Canını pahalı satabilendir.
Uçan at üstünde ardına dönüp
Okunu hedefine atabilendir.
Pusatsız kalınca kargı misali
Hasmını böğrüne batabilendir.
Yeri geldiğinde dörtnala giden
Atının döşüne yatabilendir.
Göğsüne yönelip gelen mızrağı
Atlayıp havada tutabilendir.
Yedi yüz kâfiri yedi yiğitle
Çevirip ölüme itebilendir.
Hatta gerekirse yüz bin haçlıya,
Üç beş bin çeriyle yetebilendir.
En zayıf çağında güçlü düşmana
Karşı korkusuzca çatabilendir.
Bayrak, namus, vatan, ülkü uğrunda
Kanını toprağa katabilendir.
Şahbazım! Koçyiğit sabi sübyana
Pusat çevirmeyi hata bilendir.
-Destanlar Burcu-
OĞUZ ATA’NIN SİTEMİ
Ey yirmi dört boy Türk, en büyük atan
Tek tanrı’nın kulu Oğuz Han benim.
Unutmuş olsan da geçmişi bugün
Damarlarındaki soylu kan benim.
Senin el, tutkusu almış usunu …
Düşün ve unutma tende can benim.
Batı’dan gün doğmaz, yum gözlerini
Alnında parlayan yüce şan benim.
Senden bana kadar soy zincirinin
İlk altın halkası, ilk atan benim.
Şaşkına dönmezdin bilseydin beni
Devletin temeli ilk sultan benim.
Çiğnersen ölürsün, ata hakkını
Bu coşan, bu yanan, bu tüten benim.
Gök, yer, deniz, hava, tuz, ekmek, bayrak,
Bu millet, bu ordu, bu vatan… benim.[7]
-Destanlar Burcu-
DİPNOTLAR
[1] Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergah Yayınları, c.3, İstanbul 1979 Ezel ERVERDİ, Mustafa KUTLU, D. Mehmet DOĞAN, Abubekir ERDEM
[2] Tanzimattan Bu Yana Hamasi Türk Şiiri Antolojisi, Fahri ERSAVAŞ, Genişletilmiş İkinci Baskı, Kuşak Ofset, İstanbul, 1997
[3] Kahramanlık Şiirleri Ansiklopedisi Doç Dr. Necati BİRİNCİ, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990
[4] www. Ulkuocakları.org.tr.
[5] www.biyografi.com.tr
[6] www.antoloji.com.tr
[7] Kahramanlık Şiirleri Ansiklopedisi, Doç. Dr. Necati BİRİNCİ, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1990
KAYNAKÇA
1. BİRİNCİ, Necati; Kahramanlık Şiirleri Ansiklopedisi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990.
2. ENGİNÜN, İnci; Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, Dergah Yayınları, İstanbul, 2004.
3. ERVERDİ, Ezel; Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergah Yayınları, c.3, İstanbul, 1979.
4. ERSAVAŞ, Fahri; Tanzimattan Bu Yana Hamasi Türk Şiiri Antolojisi, İstanbul, 1997.
5. KAPLAN, Mehmet; Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, Şiir Tahlilleri 2, Dergah Yayınları, İstanbul, 2004.
6. www. ulkuocaklari.org.tr
7. www.biyografi.com.tr
8. www.antoloji.com.tr
9. www.agin.gov.tr/yıldırım.htm
EDEBİYATCI tarafından “Makale Yarışması” için yazılmıştır…