Yavaş yavaş organizasyonun başlama saati geliyordu. Protokol önde yerini alınca (rektör gelmedi) program başlayıverdi. Öncelikle değerli üç öğrenci arkadaşımızı güzel şiirleriyle kulaklarımızdaki pası sildi. Daha sonrası ise tam bir felaketti. Sunucu bayan “Semazen gösterisi yapmak üzere … Ajans’ın Semazen Topluluğunu sahneye davet ediyorum” deyince bir kez daha moralim alt üst oldu. Semazenler bile ajanslara mı bağlanmıştı? Bu ne büyük bir saçmalıktır. Ajanslar için sema yapacaklarsa palyaçolardan ne farkları kalacaktı. Sema gösterisi başladığında olanlar oldu. Secdeye yatıp kalkıyorlar, dönüp duruyorlar fakat bende bir nebze olsun maneviyat uyandıramıyordular. Onları gördükçe ağlamakla gülmek arasında kalıyor, bir an ağlamayı, bir an gülmeyi tercih ederek gösteriyi pür dikkat izliyordum. Hele bir de gösterinin sonunda bin kişinin karşısında “El Fatiha!” demeleri yok mu? O bitirdi beni. Kaçımız abdestliydik ki orada? Gülmekten yerlere yattım. İşte sorun buradaydı? Bunu düşünmek bir ajansın semazenlerine düşmezdi ki. Onların umurunda olan ay sonunda alacakları maaşlarıydı. Mevlana’yla onların arasındaki en büyük ayrım bu olsa gerek.
Semazenlerin gösterisi yaklaşık yarım saat sürdü. Daha sonra sunucu kız beklediğim anın geldiğini anons etti. Mevlana’yı bana tanıtan yazar sahneye davet ediliyordu. Evet, o sahneye geliyordu. Gözlerimden biraz önceki umutsuzluğu silerek, yazara odaklandım. Yaklaşık beş dakika sonra durumu anlayıverdim. Mevlana’yı anlatmak değildi bu adamın derdi. İstediği tek şey; popülaritesini artırarak biraz daha fazla kitap satabilmekti. Mevlana’yı, dinimizi, doğruyu, Şems-i kullanarak kendince oyunlar yapıyor, alkış toplamaya çalışıyordu. Peki, başarılı oldu mu? Tabii ki. İstediğini aldı mı? Fazlasıyla. Daha sonra Sözde Mevlana gözüyle günümüzün ailevi sorunlarına baktı. (Sözde Mevlana, Sözde Aydın gibi bir şey olabilir mi?) Şovunun kısacık bir dakikasında dönüp protokole baksa, “Arkadaşlar! Mevlana’nın olduğu yerde protokol olmaz. Mevlana’nın felsefesi kardeşlik, eşitliktir. Birisi ayakta, birisi merdiven üstünde, diğeri yumuşacık koltukta oturarak Mevlana’yı anlayamaz. Eğer Mevlana’yı anlamak isterseniz, makam mevkii bilmeden hep beraber oturacaksınız. Belediye başkanı-yaşlı amca, rektör yardımcısı-öğrenci yan yana oturmadığı sürece Mevlana’nın ruhu bizim aramızda bulunmaz. Bu nedenle arkada ayakta bekleyenleri, merdivenlerde oturanları protokole davet ediyorum. Boş buldukları yerlere oturabilirler. Hiç kimse onlara müdahale etmeyecek” deseydi, hızla sahneye atlar ellerini öperdim. Fakat demedi. Bu cümleleri kullanmak yerine, programın sonlarına doğru, “Artık kitaplarımı yazmak için Trabzon’da inzivaya çekileceğim. (Trabzon’la ilgili birçok övgü dolu cümle söyledikten sonra) “Bize her yer Trabzon, Bize her yer Kerbela” dedi ve programı sonlandırdı.
Aklımda cevabını bildiğim “Kerbela ile Trabzon’un ne alakası vardı?”, “Ajanstan getirilen taşeron semazenlerle Mevlana’nın semasının ne alakası vardı?”, “Bu adam kendini tanımadan Mevlana’yı nasıl anlatabiliyordu bizlere? Amacı; Mevlana’yı anlatmak mıydı, şov yapmak mıydı?” soruları, kalbimde büyük bir boşluk, içimde Mevlana’yı bile para için kullanan kapitalistlere duyduğum öfke, mihanki adımlarla eve doğru karanlık adımlarla yavaş yavaş ilerledim.
Not: Gel Mevlana! Gel de gör şu halimizi Ey Mevlana! Senin İblis dediklerin farklı kılığa bürünmüş, seni senden çalarlar. Toplumu soytarıların eline bırakma. Gel Mevlana. Gellll!!!)
Evet, en zalimcesi, onlar Alah’ın ayetlerini, delilerini ve onu çağrıştıran her şeyi ün, makam, para, saygınlık ve şöhret gibi ucuz bir bedele satarlar.
9 Tevbe Suresi
“9. Alahın ayetlerini az bir karşılığa değiştiler de insanları Onun yolundan alıkoydular. Bunların yapmakta oldukları şeyler gerçekten ne kötüdür!” Diyanet meali
Alah’ın pahası ancak Alahdır, Rızasıdır.
Not: İnsanların kalbine giremeyiz. Bizim çıkarcı olduğunu sandığımız insanların kalbinde az çok bir Alah aşkı varsa, bedelini ödeyemeyiz. Ama böyle kişilerin çokluğu da gözden kaçmıyor. Fertlerin üzerinde karara varamasak bile bize de aldanmamak düşer.
kaleminin kırılmamasını çizginin sapmamasını dilerim üstat
Samimi, içten ve sorgulayıcı güzel bir yazı…
Tanrı elçisine sormuşlar: “Olgun bir müslümanı -samimi dindarı- nasıl bilebiliriz?” Cevap vermiş: “Bir kimsenin ibadet ve tatine aldanmayınız; parayı nerden kazanıyor, nereye harcıyor ona bakınız!”
Siz, olaylara irdeleyici bir gözle bakabildiğiniz için, ruh olmayan o toplantının amacını sezmiş ve üzülmüşsünüz.
Somut olayı -ve daha niceleri var- çarpıcı bir dile anlatan bu makalenizi dikatle okudum, sizi kutlarım.
NE kadar acı değilmi,tüm maneviyar ayaklar altında sürünüyor.
oysa bu ülkede mevlanayı tam manasıyla anlayan tek kişi bulunamaz günümüzde. gerçekleri yazmışsınız.kutlarım.