Yıllar olmuştu görüşmeyeli, konuşulması gereken çok şey vardı, lakin heyecanlarını yenemediler; birden ikisi aynı anda, “anlat” dediler. Ve kahkahayla gülmeye başladılar. Gözlerinde gizlenen yaşlar sel olmuş… Orta yaşlarını geçmiş, bu iki insan çocukluk ve gençlik yıllarını birlikte yaşadı. Aynı inanca inandılar aynı davayı savundular. Ve bir gün ayrılmak zorunda kaldılar. Çok anıları vardı, geçmiş yıllara dair. Lakin söyleyecek söz bulamadılar ve sustular. Oysa nede çok şeyler anlatacaklardı! Buluşacakları anı iple çekmişlerdi.
Kadın: “Hay Allah, ne konuşmalım şaşırdım” dedi, sustu.
Yıllar… Çok şey almıştı, şimdi iki yabancı… Biri, büyük işler başarmıştı, diğeri doğduğu yörenin koşullarını yaşamıştı, hayat boyu. Aralarında büyük uçurumlar vardı, fakat sevgileri hiç eksilmemişti veya öyle sanmışlardı.
Buğulu, bakışlarıyla adamın yüzüne baktı; ayrı geçen yılların hesabını sorarcasına, başını sağa sola salladı. —Yıllardır bu anı bekledim” seni karşımdı bulduğumda çok şeyler anlatacaktım” “Gençlik yıllarımda bir rüya görmüştüm, sana anlatmayı yıllarca hayalettim” “… Gittiğin yola bakıyordum, bana koşar adımlarla yaklaştın; gülümseyerek elimi tuttun ve gökyüzüne yükseldik birlikte, “ melek olmuştuk…”Sen, gittiğin gün giydiğin, o lacivert takım’ı giyiyordun; ben, beyaz bir giysi içindeydim, muhteşem bir duyguydu, özgürlük ve mutluluk bir aradaydı; yıllarca gerçek olsun diye bekledim; olmadı!”
Erkek: başını yere eğmişti dinliyordu. -Sözlerin canımı yakıyor” dedi.
…seni unutmayı denedim olmadı” “bazen unuttuğumu sandım, bazen de düşünmeye vaktim olmadı,”
“ Tek, pişmanlık duyduğum… Beni seviyor musun diye neden sormadım diye kendimi çok suçladım,” “Beni sevmedin sanmıştım, ömrümü seni unutmak için harcadım…”
İkisi de, evli’ olmalarına rağmen, herkes kendine düşen acıyı ve özlemi yüreğine gizleyerek yaşamıştı. Günün birinde yolları kesişti, karşılaştılar. İki insan, birbirinden habersiz sevmişlerdi. İtiraf edemedikleri aşkları, derin yara olmuştu, kalplerinde.
Beklenmeyen bir anda çıka gelmişti adam; ‘artık gizlemenin zamanı geçti diye düşündü’ bir anda cesaret etti; Aşkını itiraf etti. Diğeri şaşkınlık içinde.- Ben’de seni sevdim! Ama itiraf edemedim!” Ne kadarda acı şeydi bu. Ne kadar da geçti! Pişmanlık içinde ‘buluşalım’ diye karar verdiler.
İki, eski sevdalı yıllarca karşılıksız sevdim diye acı çekmişlerdi. İkisi de sitem doluydu. Karşılaştıklarında sıkı, sıkı sarılmayı düşünmüşlerdi. Buluştular ama iki yabancı olmuşlardı…
Hava soğuktu yüreklerindeki ateş buz tutmuştu adeta. Öylece kala, kaldılar.
Kadın: “Ne kadar da geç kalmışız,” dedi. ağlamaklı bakışları, dolu, dolu… Aslında, teselli bekliyordu her ikisi de. Lakin nasıl olacaktı? Suçluluk yüreklerini kemirmeye başladı; neden gizlemişlerdi sevdalarını. Gurur meselesi yapmasalardı, belki de şimdi iki yabancı olmayacaklardı!
Erkek: “Pişmanlık neye yarar ki nasıl teselli bulunur bu durumda,” dedi.
Güneş’in batmasıyla, hava iyiden iyiye soğumuştu; çay istediler, heyecan ve soğuyan havanın etkisiyle, bedenlerini ürpertiyordu.
Sıcacık, çay bardaklarını avuçlarının içinde sıkıştırdılar, avuç içlerinde tutulan kalpleriydi adeta. Onun sıcaklığına sığınmak istercesine, sıkı sıkı tutuyorlardı. Yıllardır bu an beklenmişti, şimdi neden iki yabancı olmuşlardı? Söylenecek söz kalmamıştı. Bir daha görüşmemek üzere vedalaşıp ayrıldılar. Adımları ağır, yürekleri hayal kırıklığı içinde, geldikleri yönde kaybolup gittiler!
Gurur; kahrolası, gurur! Daha ne kadar can acıtacaksın? Ocaklara incir ağacı dikeceksin. Daha kaç yüreğe köklerini salacaksın? Kibir’in yoldaşı, gurur, kaç yüreği taşa çevirdin!
Asırlara yenik düşmeyen tek gereksiz duygu; neden sığınırız da sana… Kalemiz olursun; neden, sevdiklerimize seni seviyorum dedirtmesin?
Bak, kaç canı yaktın! Kaç hayatı sevgisiz kıldın! Mutsuz eşler; mutsuz çocuklar, mutsuz bireyler ve toplumların mimarı sensin? Neden insanlar, sana sığınır bilirimsin? O kadar güçlüsün ki kendimize kale sanırız seni. Oysa kalbimize sığınmış en acımasız işgalcisin, sen. Seni yok etmeliyiz; sen varsan eğer, biz hep acı çekeceğiz.
Yeter Karaer