– Kes artık şu saçmalıkları, tamam mı?!
– Ama korkuyorum.
– Korktuğun falan yok, yalnızca birinin gelip seni kurtarmasını istiyorsun o kadar. Çıkar bunu aklından. Kimsenin gelip seni kurtaracağı falan yok, anladın mı? Hatta bunu gördüklerinde öcü gibi kaçıyorlar senden, anlamıyor musun?
Birden şiddetle farkına vardı ki iç sesi haklıydı, gelmesi neden bu kadar uzun sürmüştü ki sanki. Silkindi ve artık diğerlerinin önüne kendi varlığını koymanın vaktinin geldiğini gördü.
Hepimiz bir yerlerde bir şeyleri bekleriz tüm kalbimizle. Fakat bazılarımız o bekledikleri yerde gereğinden uzun kalıp hayatı beklemeye alır.
– Başaramayacağına inanmaktan daha da kötüsü varsa o, başarıdan korkmaktır. Sen yalnız kalmaktan değil, yalnız da yapabilmekten korkuyorsun. İnsanlarla mutlu değilken yine de onlarla kalmayı seçiyorsun. Sebebi ve nasılı önemsemeden sadece biraz daha az yalnız kalabilmek için onlara sınırsız alan tanıyorsun. Fakat seninkini kimse umursamıyor, görmüyor musun? Çünkü sen umursamıyorsun! Sen kendine zerrece değer vermezken, bunu onlardan nasıl bekleyebiliyorsun, inan aklım almıyor…
Bundan sonrasını iç ses devraldı, konuştu da konuştu… Kendi iç sesine bile hayır diyemiyordu, belki dememesi de gerekiyordu; diğerlerinin aksine. Ama tartışmak yerine dinlemeyi seçmek ne zamandır iyiydi ki bu konularda? Susulacak yerde konuşmak aptallıktı evet, bunu çok yapmıştı. Fakat konuşulacak yerde susmak da korkaklıktı ve bunu daha çok yapmıştı.
Yeni bir umursamazlığa sürüklenmezden evvel bir süre daha iç sesine kulaklarını tıkayıp hayaller ırmağında amaçsızca sürüklenmeye başladı. Ne zaman bir şeylerden korksa yaptığı gibi… Şimdi de kendini dinlemekten korkuyor, yapabildiği en iyi şeyi yapıyordu yalnızca; kaçmak! Bunun için onu suçlayabilir miyiz?