Dört Halife Dönemi: 632/661 Raşid Halife ünvanı verilen ve bu konuda herkesin ittifak hâlinde olduğu yüce kametler Hazreti Ebû Bekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ali (ra)dir. Bunlar, Efendimiz’in (sav) en sadık, en adil, en cömert halifeleridir. Dört halife dönemi 30 yıl devam etmiştir ve bu dönemde fethedilen yer ve Müslüman olan insanlar, daha sonraki Emevi, Abbasi, Karahanlılar, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde fethedilen ve Müslüman olan insanların sayısına denktir.
Raşid Halifelerden sonra idare, Emeviler’in eline geçmiştir.
Emeviler Dönemi: 661/750 Bu dönem Hz. Muaviye ile başlamış 2. Mervan ile tamamlanmıştır. Emeviler dönemi 14 halife ile tamamlanmıştır. Bu dönemde 5. Raşid halife olarak ismi geçen Ömer b. Abdülaziz, anne tarafından Hz. Ömer’in (ra) torunudur. Raşid Halifelerle at başı gidecek nadideler nadidesi bir gül olarak zirvelere ulaşmıştır. Hanımlarının bütün süs ve ziynet eşyalarını “bunlar milletin malıdır, millete iade edilmelidir” diyerek hazineye teslim ederek sırtına eski bir hırka geçiren hükümdar Ömer bin Abdülaziz bugünkü Türkiye’nin kırk katı büyüklüğünde bir devletin başında halifedir. Devrinde, mal sahibi zenginler, zekat verecek kimse bulamayacak kadar bir zenginlik yaşıyordu. Yıllar önce Efendimiz (sav), onun bu devrine işaretle, “Bir gün elinizde zekâtınız, kapı kapı dolaşacak fakat onu verecek kimse bulamayacaksınız” buyurmuşlardı. O, işte böyle bir devletin başında iki buçuk yıl kalır ama sanki 100 yıl kalmış gibi muvaffak olur.
Emevilerin yıkılmasından sonra hilafet Abbasiler’e geçmiştir.
Abbasiler Dönemi: 750/1258 Seffah ile başlayan bu dönem Mustasım Billah ile son bulmuştur. Bu dönemde 37 halife hizmet etmiştir. İçlerinden biri var ki yaptığı hizmetlerle tarihin altın sayfalarında yer alan Harun Reşid’tir. Abbasi hükümdarlarının en adillerindendir.
Memlükler Dönemi: 1259/1517 Memlûk Devleti, kölelikten gelen memlûkların bugünkü Mısır ve Suriye’de kurduğu bir askeri aristokrasi devletidir. Memlûk sözcüğü Arapçada köle demektir. Bu nedenle devlet Kölemen Devleti olarak da bilinir. Mustansır ile başlayan bu dönem 3. Mütevekkil ile son bulmuştur. Hilafet,1259’dan Osmanlılar’ın Mısır’ı fethettiği 1517’ye kadar Mısır’da Memlük Himayesinde yaşadı. Bu dönemde 18 Halife hizmet etmiştir.
Osmanlı Devleti: Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim’in 1517 de Mısır’ı alıp Memlüklüler dönemini son vermesiyle Hilafet Osmanlı’ya geçmiştir. İlk Osmanlı Halifesi Yavuz Sultan Selim olurken son Osmanlı Halifesi Sultan Vahideddin’dir. Sultan Vahideddin 28. Osmanlı Halifesidir.
Hilafet Osmanlı’ya, 1516 Ağustosundan beri Sultan Selim Han’ın yanında bulunan son Abbâsî Halifesi, Üçüncü Abdülazîz el-Mütevekkil-al-Allah Muhammed’in, Kâhire’den Osmanlı merkezine gönderilen Câmi’ül-Ezher Medresesi ve İstanbul’daki âlimlerin rızasıyla alınan ortak kararla, Osmanlı pâdişâhlarına Sultanlık ünvânı ile berâber, İslâm âleminin etrâfında toplandığı“Hilâfet” makâmı da verilmesiyle geçmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti: Osmanlı imparatorluğunun son bulmasından sonra kurulan Türkiye Cumhuriyetinin ilk ve son halifesi Abdülmecid’dir. 18 Kasım 1922’de halife seçilmiş 3 Mart 1924’te halifelik lağvedilip hanedan üyelerinin yurt dışına çıkarılması kararı alınmıştır. Abdülmecid hemen o gece, İstanbul polis müdürü tarafından acele ile Dolmabahçe Sarayı’ndan alınarak otomobil ile Çatalca’ya götürülmüş ve İsviçre’ye hareket eden ilk trene bindirilerek Türkiye’den sürülmüştür.
İslâm devletinin kuruluşundan Osmanlı Devletinin son Padişahı Sultan Vahideddin’e kadar, hilafet devlet idaresinde esas alınmış ve devlet ona tabi kılınmıştır. Bu dönemlerde, devlet bütün gücünü dinden almış ve onun rehberliğine sığınmıştır. Din devletin geçeceği yolları aydınlatan bir ışık kaynağı olmuş ve devleti yanılgılara düşmekten, çıkmazlara girmekten korumuştur.
Bu insanların en büyük oldukları zamanlarda bile tevazu kanatlarını yerlere kadar indirmeleri gösteriyor ki, bizde sıkça bu semavî büyüklükler yaşanmış.. ve gerçekten her şey dinin rûhuna uygun cereyan etmiş ve bütünüyle hayat bu duyguya tâbi kılınmıştır. Ama bazen, Emevilerin de, Abbasilerin de, Osmanlıların da içlerinde saltanat sürmeyi Allah’ın rızasının önüne geçiren idareciler de ortaya çıkmıştır.
Bu istisnalarla o altın devletleri karalamak insafsızlıktır. Ve zaten böyle bir şey yapmamız bizim için caiz de değildir. Çünkü Kur’ân bize geçmişlerimizi hayır duâ ile yâd etmemizi öğütlemektedir.
Bugün bize düşen, herkesle diyalog kurabilme ve bütün dünya ile entegre olarak İslam’ın güzelliklerini bütün gönüllere duyurmak olmalıdır.
Şiler de Hz. Ali soyundan gelen kişileri halife olarak tanımış ve bunlara imam demişlerdir. Hariciler ise her iki topluluğa karşı da çok sert davrandıklarından aynı sertlikte karşılık görmüş, kıyıma uğramışlardır. Bundan sonra hukukçular bir kişinin zorla da olsa halife olması ve halkın da bunu kabul etmesi durumunda halifeliğin meşru sayılması görüşünü ortaya atmışlardır. Nitekim Abasiler de halifeliği bu yola Emeviler’den almışlardır. şi kökenli Fatımiler 920’de Tunus’u ele geçirdiklerinde ayrı bir halifelik merkezi yaratmışlar, buna karşılık Endülüs Emevi Hükümdarı I. Abdurahman da 929’da kendini halife ilan etmiştir.
Bu dönemde İslam dünyasında üç halife ile bir de Şi imam aynı zamanda var olmuştur. Bu karışıklık Endülüs Emevileri ile Fatımiler’in tarih sahnesinden silinmeleriyle azalır gibi olmuş, 1258’de Bağdat’ı ele geçiren Moğolar’ın Abasi Halifeliği’ne son vermeleriyle de yeni bir biçim almıştır. Mısır’a sığınan Abasi halifelerinden Zahir’in (122526) oğlu Ahmed, Memluklar tarafından halife olarak ilan edilmiştir.
Beyler! Asırların fitne zehrini de bünyesinde taşıyan karşılıklı atışma ve mücadele girdabının içinden lütfen çıkınız.
KUR’AN HERKESE YETMİYOR MU?
ALAH’IN KİTABI MÜŞTEREK ZEMİN, HİDAYET KAYNAĞIMIZ O DEĞİL Mİ?
MESAJIN SAHİBİ VE TEK BİR MABUD, TEK BİR ALAH DEĞİL Mİ?
Kur’an okuyalım,
Kur’an’dan öğrenelim,
Kur’an’ın öğretisiyle inşa olalım…
Alah bize: “Taklitçi maymunlar olun!” demiyor;
Kul’a kul olun, onları melekler edinin, kutsayın, atının burnunda ya da ayağının altında toz olun,
Bir kulun karşısında iki büklüm olup eğilin,
Söylence ve hurafeleri, uydurulmuş menkıbeleri “Din” edinin demiyor.
Mahkeme sahibi de, mülk sahibi de, din gününün sahibi ve hakimi ve kimi cenete alıp almayacağının karar vericisi de de bir tek Alah’tır!
Kimseye kapıkulu olun da demiyor…
Sayın Bilgin bir yazı yazmış ve eleştiri alınca da nazikçe “Ben bilgi vermek maksadıyla bunu yazdım” demiş ve mevzu da kapanmıştı.
Bir kısmımız niçin hala bunu derinleştirmeye çalışıyor anlayabilmiş değilim. “O kişi” ye karşı bazınız kalbinizde muhabet hisi besleyebilirsiniz. Fakat bunu ısrarla dile getirmeye, medhiyeler dizmeye, övmeye kalkarsanız doğal olarak muhalifiniz de karşınıza çıkar.
Tartışırsınız, konu derinleşir, sonra bir fasid daire içinde dönüp durmaya başlarsınız, yavaş yavaş ve farkında olmadan bir fitne çukurunun içine düşer, sonra da birbirinize iki hasım, iki şedid düşman kesiliverirsiniz.
Halbuki müslümanlar birbirlerinin dinde de dünya işlerinde de kardeşleri olmalı değil miydi?
Söylenen söylenmiş ve aslında mevzu sarahat bulmuştu. Din oyun ve eğlence değil, çıkın kardeşim bu bataktan! Fitne çukurundan çıkın!
Selam ve Saygılar herkese…
Hazreti Hasan yada Hazreti Muaviye’yi tercih etme meselesine gelince, bu bizim muvazene, mukayese imkân ve iktidarımızı aşan bir mevzudur.
Bu mevzuda Hasan Basrî (radıyalâhu anh) ki, -tâbiînin imamlarından ve çocuken Efendimiz’in (salalâhu aleyhi ve selem) zevcelerinden birinin kucağında oturma şerefine eren birisidir- kendisine Ömer İbn Abdülaziz’le Hz. Vahşi’nin (radıyalâhu anh) derece ve mertebeleri sorulunca, umumî fazilet açısından, yani Alah’ın Resûlü’nü görüp bizat feyiz alma bakımından “Ömer İbn Abdülaziz ancak Vahşi’nin atının burnunda bir toz olabilir.” demiştir. Çünkü Vahşi, sahabi idi. Ömer İbn Abdülaziz sahabi değildi. Hususî bir kısım meziyetleriyle Ömer çok ileride olabilir. Yoksa mutlak fazilet sahabeye aitir. Hususî bir veya birkaç fazilete, mercuh kendisine terecüh edenlere terecüh edebilir; ama mutlak fazilete râcih râcihtir.
Şimdi durum böyle olunca, onu Hazreti Hasan Efendimiz ve Hazreti Muaviye ile mukayese yapmamız mümkün değildir. Hem onların aralarındaki derecelerin muhakeme, muhasebe, takdir ve kritiğini yapmak bize düşmez.
Onlar o kadar mualâdırlar ki, Efendimiz’in Sema-i Risaletinde boy atmış, ser çekmiş, değişik gıda almış, değişik budlarda gelişmiş, tıpkı Cenet varlıklarını hatırlatırlar.
Belki pek çoğu itibarıyla melekler seviyesine ulaşmışlardır. Biz onlar hakında şöyle veya böyle bir hüküm verdiğimiz zaman, ihtimal, Huzur-u Rabi’l-Âleminde çok mahcup oluruz.
Bu, tıpkı bir mahkemenin kapısında kapıcılık dahi yapamayacak kimselerin, o mahkemenin hâkimliğine tenezül etmeyen kimseleri tenkidine benzer ki, bu ne müthiş utandırıcı bir şeydir!
Binaenaleyh, bizler hem dilimizi hem de kalbimizi korur, hepsine karşı derin bir saygı ve hürmet hisiyle iki büklüm olur, bizi kapıkulu kabul etmelerini dileriz!..
Merhaba, degerli arkadasimiz derli toplu bilgi veren mahiyete kisa bir özet gecmis. Bir cok kisinin istifade etigine eminim. Ancak 102 büyük insan kanatine katilmak mümkün degildir. Muaviye denen kisi yönetim seklini imameten saltanata ve su ra dan otoriteye kalbederek ümete en büyük kötülügü yapmis kisidir. Bazi yorumcularin rivayet kültürü ile hareket edip onu kutsamaya kalkismasi ise anlasilir gibi degildir. Zira o sefih oglu yezide bile bile saltanati birakarak Hz. Peygamberin ´cigerparelerini parcalatmistir. Muaviye denen zat mahza koltuk ugruna Hz. Ali ile carpismis, binlerce insanin ve tabi ki sahabinin kanina girmis hile yaparak ve kan dökerek kisranin sultanlari gibi sefahat sürmüs zalim yezidi ümetin basina bela etmistir. Ben kisisel olarak tarihi kisiliklere hakaret etmenin dogru olmadigini düsünürüm ama yaptiklari hatalari da kutsayamam. Muaviyenin vahiy katipliginin cibril vasitasiyla olmasi tamamen yanlistir. Bu tamamen babasinin ricasi ile olmustur. Zaten beni ümeye Mekenin fethinden sonra müslüman olmustur.Dayisi Hz. Osman isyancilar tarafindan kiusatildiginda hanimi Naile gizlice Muaviye ye haber salmis, Muaviye de 5000 kisilik bir ordu cikarip ordu komutanina Osman öldürülünceye kadar müdahale etmeyin diye emir vermistir. Herkes kendi yaptiginin hesabini verecek. Ben onun ümet icin hayirli isler yaptigina inanmiyorum, ama yargilayacak da degilim.
Bu sebeple yazi güzel ama 102 büyük insan kanati yanlis. Zira onlar arasinda kan döken nice sefih zavali insanlar da cikmistir, malesef…
Baki Selamlar
Okay beyin yorumlarına bakınca halife sayısı 5 sultan sayısı 98 gözüküyor. Hem teklik yani tek rakamlarım güzeliğide göze çarpıyor. 103 bile deseniz!
Saygıdeğer yorumcu arkadaşlar,
öncelikle şunu ifade edeyim ki yazılarımdaki amacım kimseyi üzmek ve kırmak değildir. Kaybolmaya yüz tutan değerlerimizi hatırlatarak kısa ve öz bilgi vermektir.Asgari herkesin bilmesi gerekeni paylaşmaktır. Bir din alimi gibi bu konularda fetva vermekten de fersah fersah uzağım. Ben geçmişin kötülenmesi ile bir şey kazanılamayacağını düşünenlerdenim. Geçmişi hayırla yad etmek suretiyle görevimizi yapacağımızı düşünüyorum.Onlar fani dünyadan görevlerini tamamlayarak göçtüler. Bizim görevimiz de tartışmak değil, günümüz insanına çeşitli konularda katkıda bulunmaktır.
Yorumlarınızdan istifade etiğimi belirtir, ilginize teşekür ederim.
Muhterem Bilgin, kesinlikle münakaşa etme ya da geçmişi kötüleme amacı taşımıyorum.
Böyle bir ortam oluşması için de yorum ve eleştirilerde bulunmadım, elbete siz böyle bir şey elbete ima etmediniz genel konuşuyorum.
Şahsımı bir kardeşiniz gibi -şayet kabul ederseniz- adederek, bir nevi sizinle sohbet etmek istemiştim.
Bildiğiniz gibi geçmiş, yani “Tarih” ibret almamız, daha mutlu gelecek için analizler yapıp ders çıkarmamız için önemli bir veri, bir kaynaktır. Amaç -daha doğrusu amacım- geçmişi kötülemek değil, sorgulamaktır efendim.
Niyetinizin halis olduğuna kesinlikle inanıyor, zere kadar bir kuşku taşımıyorum. Çalışmalarınızda başarılar dilerim. Selam ve saygılar.
Seçim yoluyla iş başına gelen Devlet Başkanları dönemi (Yaklaşık 30 yıl):
Raşid Halifeler dönemi ki, bunlar sırasıyla; Hz.Ebubekr, Ömer, Osman ve Ali’dir. Hepsi -Belki gelişen olayların zorlamasıyla uygulanan yöntemler farklı olmakla birlikte- seçimle iş başına gelmişlerdi. Keza Raşid Halifeler sıralamasında adının anılması unutulan Resul-ü Kibriya, Hatem-ül Enbiya Hz. Muhamed Mustafa’nın “Oğlum!” diye hitap etiği torunu Hz. Hasan da bunlardan biridir, o da seçilmiştir.
Evet, yönetenler seçimle iş başına geliyorlardı; ta ki, “Hazret” demekte ısrar etiğiniz -ki elbete kime ihtiram göstereceğinizi kendiniz tayin ve tercih edersiniz- şahıs devleti güç kulanarak ele geçirinceye kadar…
Önce Hz.Hasan’a karşı harekete geçmiş ve hilafeti, -Ölünce tekrar Hz. Hasan’a devretme kaydı şartıyla- yani devlet yöneticiliğini ondan zorla almış ve daha sonra da çeşitli vadlerle kandırdığı karısı Cade Binti Eşas (Su testisine zehir katarak) ‘a zehirletmişti.
Bununla kalsa iyi… Hilafeti saltanata dönüştürdü ve “Emevi Hanedanlığı” dönemini başlatı.
O zamanki dünyada çok sayıda kan içici fatih kral varken, gelecek tüm zamanları kapsayan bir mesajın indiği toplumda seçim sisteminin uygulanıyor olması aslında yüz akı bir olaydı. Fakat, Şam Valisi bu durumun daha fazla devam etmesine izin vermedi ve eskiye-geriye dönüş anl***** gelen bir çığır açtı…
Tarihi bir kırılma noktasıydı bu!.. Evet, fetihler yapılıyor, topraklar genişliyor, başka toplumlar egemenlik altına alınıyor, sultanın hazinesi doluyor ve gücü ve şöhreti artıyordu; ancak İslamın asıl düsturu ve hedefgahı olan gönüler fethedilmiyordu…
Onun ve onun gibil sultanların yaptıkları bir hikmet ve fazilet olarak insanlık tarihine geçseydi, Makedonyalı Büyük İskender’in hepsinin başında sayılması icap ederdi.
O Hanedan, vahiy katibi değil, “Beyt-ul Mal”ın kayıtlarını tutma işi ile görevlendirilen katipler içinden bir katipti; çünkü tarihsel olarak Meke’nin fethi ve babası Ebu Sufya’nın “Müşriklerin önde gelenlerinden biri” sıfatının düşmesi olaylarının ardından vahyin iniş süreci de sonlanmıştı.
Tekraren vahiy gelmediği ve gelemeyeceği sağlam delilerle sabit iken o’na “Vahiy Katibi” sıfatı neden verilmektedir ve murat edilen maksat nedir? Hele bir de “Onun vahiy katipliğine alınması Cebrail isimli meleğin bildirmesiyle olmuştur” deniyor ve yazılıp çiziliyor ki, Aman Rabim!..
Güya Resulü Ekremin istikbale dönük hayır dualarına da mazhar olduğu rivayet edilmiş ki, torunlarının şehit edilmesindeki baş müsebip ve azmetirici olmasına rağmen, Aman Rabim!..
Neyse, mevzu uzun… Uzatmak ve ayrıntılarına inmek istemiyorum. İstemeden de olsa kadim zamanlardan beridir devam eden, İslam coğrafyasında kan ve gözyaşı, kargaşa ve düşmanlıklar üreten bir fitne batağının taşıyıcısı suçlamasıyla itham edilmek istemiyorum.
Sonuçta herkes -bilgi eksiği olanlar müstesna- aklıyla, mantığıyla, bilgisi ölçüsünde ve vicdanıyla bir karar veriyor; kime ihtiram ve temena edilip, kime edilmeyeceğini belirleyecek, idiacı ukala tutumu sergileyecek de değilim.
Selamım ve Saygımız Her Daim Kalıcıdır.
ok-ay kardeş:
Hz. Muaviye de bir sahabedir ve Resulülahın (ASM) hiçbir ayrım yapmadan bütün ashabını (temize çıkarmış) hangisi olursa olsun dil uzatanı lanet etmiştir. Bütün ehli sünet uleması, bunu mühim bir esas olarak kabul etmiştir. Ayrıca, o zamanda olan olaylarda kaderin payını da ihmal etmemek gerekir. Resulülah (ASM.), sahih hadis kitaplarının ifadesi ile, Hz. Muaviye hakında hayır dua etmiş ve Hz. Ömer’den bir rivayete Hz. Muaviye için “Alah’ım, onunla (insanlara) hidayetini ulaştır” diye dua etiğini bildirmektedir. (Tirmizi Menakıb hadis no:3842)
Hazret-i Muaviye İslamın yayılmasında çok kıymetli hizmetlerde bulundu. Sicistan, Sudan, Afganistan, Buhara, Hindistan’ın kuzey kısmı, Tunus bunun zamanında alındı. Kıbrıs Bisanstan kurtarıldı. Kudüs geri alandı. Yine zamanında, İstanbul kuşatıldı; her sene yüklü vergi vermek şartıyla kuşatma kaldırıldı.
Peygamber efendimiz kendisine , “ Benden sonra ümetimin yerine hakim olursun. O zaman iyilere iyilik et! Kötülük yapanları da af eyle!” buyurmuştu. Resululahın bu hayır duasının bereketiyle, İslamiyet Hz. Muaviye zamanıda bu kadar yayıldı.
Hz. Muaviye vahy katibidir. Vahy katibliğine alınması, Cebrâil aleyhiselâmın bildirmesi ile olmuştur. Hz. Cebrâil’in getirdiği Kur’ân-ı kerîmi ve Peygamberimiz’in mektublarını yazardı.
Hz. Muâviye Huneyn gazâsında Resûlulah’ın önünde babası ile birlikte kahramanca çarpıştı. Tebük gazvesine katıldı. Vedâ Hacında bulundu.
Bkz. Canan İbrahim, Kütüb-i Site muhtasarı tercüme ve şerhi XI. 30-33; I. 518-530
Sayın Bilgin yine siyaset dışı ilginç bir konu hakında yazmışsınız….
Önce şu sorunun cevabını akıl ve mantık süzgecinden geçirerek bulmalıyız Sayın Bilgin.
Mesele dini, dinin güzeliklerini ve güzel ahlakı; ki, iki ana başlık altında değerlendirirsek 1.Genel Evrensel ilkeler: Adalet, Doğal İnsan Hakı, Hukuk-Adil Yargı, Şeref ve Haysiyetin Korunması, Özel Yaşamın Gizliliği, Fikir ve düşünce Özgürlüğü vs. 1.Özel ve hukuki cihetiyle birlikte vicdani ilkeler: Yalan söylememek, Kandırmamak, Çalmamak, Kamu malını yememek, Mal üstüne mal (Kenz etme) yığmamak, Kibirlenmemek, Ortak yaşama devam edilen eş dahil kimsenin hakını gasp etmemek… Yoksulu-Kimsesizi görüp gözetmek, Söz ve Tahütlerini yerine getirmek vs. birey olarak yaşamak mıdır?
Yoksa siyasi bir hedef ve bakış açısıyla; 1.Devlet yöneticisi Halife: Biat yöntemiyle iş başına gelen, sıfatı “Emir-el Mu’minin” -Müminlerin Emiri- olan, şahsiyet ve mak***** kutsalık izafe edilen, diğer seçilmişlerle birlikte parlamentosu bulunmayan, devletin Yasama-Yürütme-Yargı, hazine (Beyt-ül Mal) ve silahlı güçlerini tek başına uhdesinde bulunduran, canı istediği kadar adaletle hükmeden ve hakça dağıtan bir sultan… Peki statüsü bu kadar güçlü olan birini kim denetleyecek? 2.Devlet Şekli, diğer müslüman halklarından otoritesine boyun eğdiği bir İmparatorluk: Hangi İslam ülkeleri tabi olacak ve istiyorlar mı?, İstemedikleri halde güç kulanılarak zorla mı kabul etirilecek? Halifenin hangi mileten çıkması sağlanacak ve seçme işi-yöntemi nasıl olacak? vs. emperyal bir devlet/İmparatorluk kurmak mıdır?
İmparatorluklar ve zaman zaman özlemi duyulan o eski sistemler, çağın ve tarihin zorunlulukları icabı idi… Artık anlayışlar o anlayış değil, toplumlar o toplumlar değil ve artık çağ ve tarihi şartlar öyle değil. İçten içe bu arzu ile yanıp tutuşmak, hayalini kurmak saygı duyulması gereken bir iş olsa da, pratikte böyle bir düşüncenin hayata geçirilebilmesi çok zor, hata imkansız denecek kadar ihtimalen zayıftır.
Hem sonra bizler, güzel bir ahlakla yaşamayı bu kadar şidetli arzu etmeyiz de, ile de siyasi bir yönetsel araç olan hilafet devleti ve sistemi içinde yaşamayı arzu ederiz?..
Şunu demek istemiyorum; dürüst, erdemli, faziletli, güzel ahlaklı (İslamın güzel ahlakıyla ahlaklanmış olanlar) kimseler asla yönetim işlerine katılmasın, dünya uğraşlarından el-etek çekip inzivaya çekilsin.
Aksine, ortak akıl ve dayanışma içinde ve “Genel Evrensel Ahlak İlkeleri” doğrultusunda -Özel olan özelde yaşanır, topluma dayatılamaz- yanlışları düzeltici, doğruları hakim kılıcı, adalet ve eşitliği sağlayıcı, Müstekbirlere (Ezenler-Haksızlık ve zulmeden) karşı Mustazafları (Ezilen-Hasızlığa ve Zulme uğrayan) koruyucu aksiyon sahibi kimseler olsunlar.
NOT: Ehl-i Beyt’e karşı kıyam eden, savaş naraları atarak, nifak çıkaran kan dökücü bir sultana “Hazret” demenize ise şaşırıp kaldım doğrusu… Kişisel tercih ve takdir hakınızı kulanmışsınız, ne yapalım? diyecek başka bir sözüm yoktur.
Selam ve Saygımız her daim kalıcıdır.
Ömer Bey; çok orjinal konuları kısa ve öz olarak veriyorsun. Teşekürler
Herkesin kısaca bilmesi gereken genel konuları kısa olarak verişiniz bizim okumamızı ve bilgilenmemizi kolaylaştırıyor.
102 halife olduğunu ilk kez duyuyorum mesela. Osmanlıdan sonraki halife konusunu da duymamıştım.
Velud yazılarınızı bekler, başarılar dilerim.