Peki, “Tarihi fırsat” ve “Güzel şeyler”den, PKK ve sözcüsü DTP ne anlıyor? Bakın, PKK ve DTP’nin ne anladığı değil, asıl önemli olan, neyi anlamak istediği. Tüm boş zamanlarını tarih, sosyoloji, toplum bilimi üzerine yazılan kitapları okuyarak geçiren Öcalan, okuduklarından anladığı kadarıyla bazı çıkarımlarda (Onlara göre bunlar, çözümleme) bulunuyor. Tarihteki en bilinen filozofları, sosyologları, bilim ve ideoloji adamlarını dahi eleştirme cesareti ve donanımını kendinde bulan Öcalan, İmralı’dan, avukatları vasıtasıyla bazı açıklamalarda, yönlendirmelerde bulunuyor, çakma projelerini ortaya koyuyor.
Son projenin adı; “Demokratik Özerklik”. Yani, biraz “demokrasi”, biraz “özgürlük”, işte size proje. Apo, okuyor, okuyor, kendince anladıklarını harmanlayarak, yorumlayarak projelerini ortaya koyuyor ve avukatlarına dikte ettiriyor. Avukatlar, önce Kandil’i, bilahare DTP ile kendi basın-yayın organlarını bilgilendiriyor. Oluyor size “Kürt Anayasası”. Bu anayasaya kimse tek virgülü dahi ekleyemiyor veya tersi, çıkartamıyor. Çünkü, suç sayılıyor. Sırrı Sakık, “Biz milli maçlara gitmek istiyoruz” dedi, “O kim oluyor da öyle kendi başına konuşuyor!” diye fırça yedi. Aysel Tuğluk, “Şehit cenazelerine katılmak isteriz” dedi, “Parti (Önderlik. Yani kendisi) kararı olmadan kimse abuk sabuk açıklamalarda bulunmasın” diye azar işitti. Eee kolay değil, “önderlik” bu. Onlar da zaten bugüne kadar bir kez olsun seslerini hiç, ama hiç çıkartamadılar.
Hal böyle iken, araştırmacı-karıştırmacı yazar Has Cemal, niye Kandil’e, ikinci adam Karayılan ile görüşmeye gitti ki, boşu boşuna masraf yaparak, biraz da zaman harcayarak. Olsun, yine de bizler, günler süren yazı dizisini okuyarak, “Bak bak, ikinci ağız Karayılan neler diyor!” dedik ve “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni tehdit edebiliyor” diyerek biraz da kızdık hatta, kamuoyu olarak. Oysa ne gereği vardı ki, otur masana, aç ROJ TV’yi, aç Fırat Haber Ajansı’nı, ne olup bitiyor öğren, Öcalan ne diyor öğren, ne talimatlar verdi, veriyor öğren, sonra da al kahveni eline, köşende yaz, çiz, ilk ağızdan duyduklarını. Niye böyle kendini yorup, tehlikeye atıp, üstelik bir de masraf ediyorsun ki (!). Zamanlama da ilginç (!). Belki de “tarihi fırsat” diye düşünmüş olabilir (!). Kısaca, neden gitti, bilmiyoruz, nasıl gitti, onu da bilmiyoruz. Neyse, geçelim bildiğimiz asıl konumuza; “çözüme”.
Proje belli; “Demokratik Özerklik”. Yani, özgürce kendi kendini yönetmek, Türkiye’den ayrı olarak. Neyse ki, toprak olarak ayrılmayı artık düşünmüyorlarmış (!). O toprak parçasının adı da belli. Dediler ya, “Birgün bu coğrafyanın (Kürdistan) adını kabul edecekler” diye. Yerel idareler, hem icra anlamında, hem de maddi anlamda güçlendirilmeli, yetkilendirilmeli ve merkezi yönetimden (Ankara) ayrı olarak kendi kendini, özgürce ve istediği gibi yönetebilmeliymiş (!). Ancak, çözümde öncelik bu çakma proje değil. Çözümün en öncelikli vazgeçilmez şartı; Öcalan’ın veya PKK’nın muhatap alınması, bunlar olmazsa DTP’nin. Oysa, üçü de aynı kapıya çıkıyor, adres tek ve net; “İmralı”. İster PKK ile görüşün, ister DTP ile, sonuçta görüştüğünüz sadece ve sadece “Öcalan” olacaktır, bu kesin ve tartışılmaz. Peki, diyelim ki, kimi muhatap alırsanız alın, sonuçta ve kesinlikle karşınızdaki Öcalan olacağına göre, ne gibi bir talep veya şartla karşılaşacağınızı tahmin ediyorsunuz?
Siz, size dayatılan tüm istekleri harfiyen yerine getirseniz dahi, özerklik de verseniz, ucu bucağı olmayan özgürlükler de tanısanız, toprak dahi verseniz, taleplerin ardı arkası kesilmeyecek ve nihayet son dayatma, Öcalan’ın serbest bırakılması olacaktır. DTP’li Sakık, katıldığı Mehmet Ali Brand’ın 32. GÜN programında, Birand’ın; “Süremiz bitmek üzere, çözüm için son cümlenizi söyleyin. Tek kelime. Ne yapılmalı?” diye yönelttiği soruya, Sakık’ın cevabı aynen şöyleydi, hiç düşünmeden ve heyecanla; “Genel bir af çıkarılsın, sorun hemen çözülür. Bakın göreceksiniz”.
“Genel bir af”tan kasıt, affın, kesinlikle ve kesinlikle, sadece ve sadece, özellikle ve öncelikle Öcalan adresidir, bu kesin. Peki, sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin değil, neredeyse tüm dünya devletlerinin terör örgütü olarak gördüğü, bildiği, kabul ettiği bir örgütün liderinin serbest bırakılması mümkün mü, olabilir mi? Değil, olamaz. Peki, bunu Öcalan, PKK veya DTP bilmiyor mu? Tabii ki biliyor. O halde “Öcalan” dayatması, tek şartı, ön koşulu niye? Bu durumda çözüm olabilir mi? Çözümden bahsedilebilir mi? Hayır.
Amaç? Ya “sözde” çözüm, ya çözümsüzlük. Eğer, gerçek anlamda bir çözüm olursa ne olur? Apo; güncelliğini, etkinliğini, gücünü yitirir, İmralı’da yavaş yavaş yaşlanır ve sonuçta çöker gider. PKK; dağılma sürecine girer, kadrolardaki hareketsizlik örgütte yozlaşmayı beraberinde getirir, örgütten kaçışlar artar, üst düzey kadrolar sudan çıkmış balığa döner, yalnızlığa terk edilir. DTP; bölgedeki varlığı zayıflar, faaliyetleri sekteye uğrar, meydanları dolduramaz, seçimlerde aday dahi bulamaz, yok olup gider. Bunları, Apo, PKK üst düzey kadroları ve DTP’nin önde gelenleri tahmin etmiyorlar mı? Hem de nasıl. Çünkü, dayatma, diretme, çözümsüzlükte ısrar, bu tür örgütlerin, yapılanmaların yaşam kaynağıdır, ayakta tutanıdır, kısaca ilacıdır da ondan.
sabahattintalu@gmail.com
sevgili sabahatin talu siyasi yazılarını ben çok beğeniyorum siyasi görüşün düşüncelerin yerli yerinde başarılarının devamını dilerim