Üç çocuk, bir erkek ve yalnızca gözlerini açıkta bırakacak şekilde, yüzünü sımsıkı peçelemiş bir kadından oluşan bir aile.
Adam ve çocuklar rahatça, hatta biraz gereğinden de fazla bir rahatlıkla, neredeyse döke-saca yemeklerini yerken, kadın büyük bir sıkıntı içinde, basını iyice öne eğerek, bir eliyle ağzını burnunu örten örtüyü birazcık kaldırıp, öteki eliyle de örtünün altındaki ağzına bir şeyler sokuşturmaya çalışıyordu.
Bir yandan da arada bir çevresine tedirgin, ürkek bakışlar fırlatıyordu.
Tıpkı, gizlice bir şeyler yiyen ve her an yakalanma korkusu içinde olan, ürkek bir kediye benziyordu.
Kadının çektiği, bu yemek yeme işkencesini içim burkularak izlerken birden bire, iki elimi kullanarak ve ağzımı bulma güçlüğü çekmeden, rahatça yemek yiyebilmenin, ne büyük bir mutluluk olduğunun ayrımına vardım. Bu, o zamana kadar hiç ayrımına varmadığım bir mutluluktu….
O anda, acık pencereden giren deniz rüzgârı saclarımı tarayıp geçti, günesin aydınlığını ve sıcaklığını tüm yüzümde duyumsayıp, Atatürk’e yürek dolusu teşekkür ettim.
Evet, bu satırları bir sitede okudum yazı hayli uzundu sadece bu kadarı kâfi diyerek ve bu örnek yeterli diyerek burada paylaşıma sundum.
Yazının altında (dr. muhsine helimoglu yavuz) yazıyordu, bu tabloyu hangi ülkede gördüğü hakkında bir açıklama olmadığından olayın nerede geçtiği konusunda bir fikrim yok, yok ama ben yazıyı okurken benim ülkemde de böyle yaşayan kadınlar yok mu diye sordum kendime
Var…
Burada ki tarif anlatılır ve yaşanır bir eziyet değil, neredeyse elleri ayakları bağlı yaşamaya çalışan itelenen dünyayı izlemesine olanak verilmeyen ‘’kadın’’…
Ben pek çok yazımda insana cehalet yakışmaz hele hele bugünde ben bilmedim duymadım demek ayıptır derdim, şimdi düşünüyorum bu şartlar altında hangi kadın bilir hangi kadın duya bilir?
Onca örtünün altına hapsedilen kadının bütün hakları da hapsolmuştur, peki neden?
Eğer kadın öğrenirse eğer kadın hayata iştirak ederse üretirse rahatça yemek yiyebileceği bir elbise giyerse kime tehlikedir?
Bu eğer yine dine bağlanacaksa el insaf derim din bile yeter artık beni kullanma der çünkü o cana eziyeti hiç onaylamadı…
Bugün sahip olduğumuz cumhuriyetin bize kazandırdığı hakları onurla taşıyoruz tıpkı dinimizin de emrettiği gibi kuranda ki ilk kelimeye uyarak ‘okuyoruz’.
Kadın doktorlarımız avukatlarımız yazarlarımız ilim ve bilim adına çalışan hayata ekleyen hayattan eksiltmeyen öğrenen öğreten kadınlarımız hangi anlayışa zarardır ALLAH aşkına!!!
Ağzını bulmakta zorlandığı çarşafın içinde yolunu bulmasını hangi kadından talep edelim?
İnsan hakları diyoruz kadın hakları diyoruz hayvan hakları diyoruz, kimlere duyurabiliyoruz?
Bu hakların varlığından haberdar olan kadın zaten aydın o zaten bunları kullanada biliyor, bütün dert bunların varlığında dahi haberi olmayan oldurulmayan kadında.
En basit örnekle benim bu yazıyı okuma şansım internette bulduğum bir sayfada oldu yani ben internet kullandım, yarın gazete okurum öteki gün bir kitap alırım olmadı bir sempozyuma katılırım kısacası ben bir cumhuriyet kadını olarak insani tüm haklarımdan faydalanabilirim peki o kadın?
Ya o kadınlar?
Bu satırları yazarken bir yandan da kendi kendime söyleniyorum, bunları da onlar okumayacaklar onların bunları bilmeleri de zaten imkânsız ne diye bağırıyorsun.
Y. Nuri Öztürk’ün Allah ile aldatmak kitabını okurken de aynı duyguları yaşamıştım, bir yandan okuyor bir yandan da ‘’bunları bizler zaten tanıyoruz zaten biliyoruz asıl okuması gerekenler okuyacaklar mı asıl ulaşması gereken kişilere ulaşacak mı diye’’…
Ben inancı gereği örtünmek isteyen ve bunu hayatına bir ket olarak koymayan koydurmayan her düşüncenin yanındayım, çünkü kadının örtünmesi’de (eğer kendi iradesi ileyse) zaten özgür kararıdır.
Ama ben hiçbir kadının böyle örnekteki gibi kapanmaya kendi rızasıyla razı olduğuna ihtimal vermiyorum, eğer bu erkeğin yani eşinin baskısı ileyse pek tabii hakkım olan soru sorma özgürlüğümü kullanabilirim.
Bu nasıl bir üstünlüktür ki beş kişi aynı sofrada yemek yerken dahi ‘’kadın ‘’ olan beşinci sınıftır?
Bu nasıl bir üstünlüktür ki o kadınların yaşama hakları ellerinden alınmıştır?
Bu nasıl bir cürettir ki kadını sınıflandırmıştır?
Ve dahi bu hakkı onlara kimler vermiştir?
Ve bu nasıl bir merhamettir ki kadını bu kılığa sokan rejim istenir?
Erkeklerin kadınlar üzerinde bulunan hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır…” (Bakara suresi 228)
Mutlaka vardır çünkü Allah adildir…
Alah’a karşı konumumuz
Sizce Selimiye Cami’nin değerini en iyi kim bilir?
Ve Selimiye Cami’ni en çok kim sevmiştir?
Bu iki sorunun tek bir cevabı var kuşkusuz.
O da dünya tarihinin tartışmasız en büyük mimari Mimar Sinan.
Evet Selimiye’nin Mimar Sinan gözündeki değerini bir düşünün.
Michelangelo’ın 4 yıl aralıksız tavana doğru sırt üstü durarak yaptığı Sistine Chapel’ın tavan fresklerinin değerini en çok kim bilebilir?
Wright kardeşlerin yılar süren çalışmalar sonucunda geliştirdikleri 12 beygir gücündeki ilk uçağın ve ilk uçak motorunun onların nazarındaki kıymetini hayal edebilir misiniz?
Peki ya Bethoven için Monlight,
2000’i aşkın karakterle oluşturduğu romanlarıyla Balzac.
Evet sanatın değerini ancak bir sanatkar, sonra da sanata yakınlık duyan veya basit de olsa bir şeyler üretebilmiş insanlar anlayabilir.
Bu girişten sonra kendimize şunu sorabiliriz:
Biz bir sanat eseri miyiz?
Selimiye’nin taş ve toprağın milyonlar yıl süren bir evriminin sonucu mimarsız olarak oluşabileceğine inanabilenler için böyle bir soruya gerek yok.
insan, anatomik yapısı ve fiziki görünümüyle aynı zamanda heykeltıraş olan Michelangelo’ı kendine aşık edecek kadar eşsiz bir yaratıktır.
Evet, kuşkusuz biz Alah’ın yaratıkları içinde en sanatlısıyız.
Yukarıda saydığımız sanatkarların eserlerine olan sevgileri penceresinden, bizim Alah’a olan konumumuza baktığımızda Alah’ın bizi fevkalade seviyor olduğu sonucuna varabiliriz.
İnsan türüne karşı olan bu sevgiyi genel olarak değil, bireysel olarak ele almalıyız.
Bir serçeyi diğer serçelerden ayırt edemezsiniz.
Bir gül diğer gülün kopyasıdır.
Bir kedi kendi cinsi içinde diğer kedilerden farklı değildir.
Tüm kara sinekler aynı şablondan çıkmıştır.
Ama her bir insan diğer varlıkların sınıflanmasında yer alan bir tür kadar önemlidir.
Simdi kendinizi düşünün.
Sizin çehre ve ruh yapınıza benzer ikinci bir insan var mıdır?
Her insanda Alah’ın size verdiği organlar ortak, ama bu birliktelik içinde siz teksiniz ve farklısınız. Ayrı fırça darbeleriyle oluşmuşsunuz.
Alah size ait özel bir yüz tasarlamış. Dolayısıyla siz bir fabrikada imal edilen aynı ürünün milyonlarcasından birinin o fabrika sahibiyle ilişkisi gibi bir ilişkiniz yok yaratıcınızla.
Siz özel tasarlanmış, farklı donanımlı bir varlıksınız. Sizin muhatabınız direkt olarak Yaratıcınız.
Bunu fark etme ayrıcalığına eriştiğinizde, dünyanın en zengin insanının tüm mirasının size kalması bile size tebesüm etirmeyecektir.Çünkü siz Alah’ın mülkünün ebedi mirasçısı olmanın bahtiyarlığına sahip olacaksınız.
Sonuç olarak sizi yaratan, sizin Onu hisetmenizi ve Ona yönelmenizi istiyor. Bir sınav için bulunduğunuz bu dünyada Onu unutup kendinizi kaybetmenizi istemiyor.
Eğer ‘insan’ olup ‘inanç’ taşırsak Alah’ın dünyada iken gösterdiği ve tatırdığı nimetleri devamlı ve sonsuz olarak elde edebiliriz.
Yaratıcı ve insan ilişkisi ile ilgili alıntılar:
Resululah (sav) buyurdular ki: Alah, inanç sahibi bir insanın yaptığı kötülüklerden özür dileyip Kendisine dönüşüne şu kimse gibi sevinir: “Bir adam hiç bitki bulunmayan, ısız, tehlikeli bir çölde, beraberinde yiyeceğini ve içeceğini üzerine yüklemiş olduğu bineği ile birlikte seyahat etmektedir. Bir ara (yorgunluktan) başını yere koyup uyur. Uyandığı zaman görür ki, hayvanı başını alıp gitmiştir. Çölün ortasında suyunu, yiyeceğini yitirmiştir. Her tarafta arar ve fakat bulamaz. Ümitsizlik içinde uzun süre bekler sonra bir de ne görsün! Kafasını kaldırdığında yanı başında hayvanı durmaktadır, üzerinde de yiyecek ve içecekleri. İşte Alah’ın, mü’min kulunun kendisine dönüşünden duyduğu sevinç; kaybolan bineğine azığıyla birlikte kavuşan bu adamın sevincinden fazladır.
Merhamet kadar duru bir sevgi düşünülemez, o ise anelerde bulunur. Bir savaş sonrasıydı. Esirler gelmişti her taraftan. Çoluk çocuk, kadın erkek herkes yakınını arıyordu. Yanık yanık dolaşanlar, kırık kırık dolaşanlar, dökük dökük dolaşanlar hep göze çarpıyordu. Alah Resulü bu yakıcı sahneyi seyrediyorlardı. Bir kadın da yana yakıla dolaşıyordu. Muhakak bir yitiği vardı. Esir edilen kadının ne yitiği olabilir? Ya kardeşiydi ya babasıydı ya da kendisinden bir parçası olan evladıydı. O, kendi evladının hatırı için gözüne çarpan her çocuğu sinesine basıyordu. Gözlerine bakıyor, sonra tekrar aramaya koyuluyordu. Karşısına çıkan bir başka yavruyu görüyor, bağrına basıyor, sonra yeniden aramaya koyuluyordu. Alah Resulü gözleri yaşlı, ona bakıyordu. Derken kadın, bir çocuğu yakaladı, bağrına bastı. Kokluyor, öpüyor, bir türlü kucağından bırakmıyordu. Ve o zaman Ufuk İnsan’ın, Alah Resulü’nün, parmağı kalktı o tarafa doğru. Etrafındaki sahabelere o noktayı işaret eti:
“Görüyor musunuz bu manzarayı?
Kadın, şu kucağındaki çocuğu ceheneme atar mı?
Hepsi birden:”Hayır ya Resulalah.” dediler.
“Alah, o kadından daha merhametlidir.” Buyurdu.
Alah Resulü ile bir köye uğradık. Herkes bir şeyle meşguldü. Bir kadın tandırına yakacak odun atıyordu. Tandırın alevi yükselince kadın yanında duran çocuğunu uzaklaştırdı. Alah Resulünün geldiğini görünce yanına giti.
O’na “Sen Alah Resulü’sün, öyle mi?” dedi. Alah Resulü: “Evet!” deyince, “Alah, merhametli olanların en merhametlisi değil mi?” dedi.
Alah Resulü, “Evet,” cevabını alınca bu sefer: “Alah’ın kularına olan rahmeti, anenin yavrusuna olan merhametinden daha fazla, değil mi?” diye sordu.
Alah Resulü yine: “Elbete!” buyurdu.
Kadın: “Ane, çocuğunu ateşe atmaz, daha merhametli olan Alah, kularını nasıl ceheneme atar?” dedi.
Bunun üzerine Alah Resulü’nün gözleri yaşardı, başını önüne eğdi. Sonra başını kadına doğru kaldırarak: “Şüphesiz Alah, doğru yoldan sapıp O’nun sözünü dinlemeye tenezül etmeyen ve kendisine inanmaktan kaçınan azgın kularından başkasını cezalandırmaz.
Sen gerçek İSLAM’ı anlatmaışsınki insanların toplumun yozlaştırdığı islamiyeti anlatmışsın.SANA gerçek İslam’ı söyleyeyim seni yaratan YÜCE YARATICI seni bu dünyaya boşu boşuna göndermedi yanında klavuzunuda gönderdi ve ve klavuzunasıl kulanılıcağını göstermesi için peygamber yoladı bölelikle hem bu dünyada mutlu huzurlu olman için neler yapılması gerekli olduğu var içinde hemde öldüktn sonraki hayatınd mutlu huzurlu olman için neler yapman gerekli olduğu var o kitabın içinde. Şimdi bunlar dogmatik şeyler diceksin evet dogamatik çünkü YÜCE YARATICI seni senden daha iyi bildiği için kuraları O bildirir.VE arkadaşım hakıyla KURANI KERİM i okursan kadınlara ne kadar büyük değer verildiğini görüp hayranlık duyacağından eminim. En küçük örnek “cenet ANELERİN ayakları altındadır”.ve kadın hakları ile ilgili okadar güzel kuralar varki hayran kalınması gereken.ARAŞTIRIN derim ben ve NİSA suresinden başlayabilirsiniz.
adildir emin ol kendinize hikaye uydurmaktan başka yolunuz kalmamış, kendinize yalan söyleme yolunda hepinize başarılar.