Önce hemen herkesin diline „pelesenk“ olmuş bazı tespitlere yer verelim:
„Geciken Adalet Adalet Deĝildir.“ Türkiye`de adalet çok hantal işlemektedir.
Türkiye´de ciddi anlamda Hakim ve Savcı açıĝı bulunmaktadır.
Tebligat yasasından kaynaklanan sıkıntılar mevcuttur.
Adliye personeli yetersizdir.
Bütçeden Adalete ayrılan pay gelişmiş ülkelerin çok uzaĝındadır.
Adli Tıp kurumunda ciddi anlamda personel eksikliĝi ve sıkıntılar bulunmaktadır.
Ayrıca bir “Adli Kolluk Kuvveti” olmaması gecikmelere davetiye çıkarmaktadır.
Son tahliyelerden sonra “Kamu Vicdanı” yaralanmıştır.
Bir kere yargıda dosyaların yıĝılıp sayısının milyon bandını aşması yeni deĝil. ”Tutukluluk” halinin bir tedbir olduĝunu herkes söylemesine raĝmen cezaevlerimizde her zaman hükümlüden fazla tutuklu olduĝu da yadsınamaz bir gerçek. Ancak canib-dikkat bir konu da bütün tahliyelerin “Hizbullah” davası sanıklarının üzerine yoĝunlaştırılmış olmasıdır. Bu konuyu habire işleyen “malum medya” diĝer katil ve canileri görmezden gelmektedir. Dahası bugüne kadar nice mazlum ve mazbut insanlar 10 yıl 15 yıl hapislerde haklarında hüküm tesis edilmeden tutulmuş olmalarına raĝmen haber olmayı bile başaramamışlardır. Malum medya ve malum yargı çevrelerinin CMK 102. maddede yapılan süreleri sınırlayan deĝişiklikle bu sürelerin bile çok uzun olduĝundan dem vurmaya başlaması tam bir çifte standart halidir. Hizbullah sanıklarına yaramasın diye Yargıtay aĝır cezalarda süreyi ikiyle çarpıp süreyi 10 yıl olarak açıklamış ancak bu durum “Beyaz Türkler” in yargılandıĝı Ergenekon davası sanıklarının aleyhine olduĝu için bir bardak suda fırtınalar koparılmaktadır.
Ak Parti hükümetinin Avrupa uyum yasaları baĝlamında yaptıĝı “Demokratik” iyileştirmeler asker vesayetine sınırlı da olsa bir mevzi kaybettirmiş ancak 27 Mayıs ihtilalcilerinin yönetimi millete terketmemek için aldıkları tedbirler sayesinde meşru hükümete direnmek üzere “Yüksek Yargı” devreye sokulmuştur. Hükümet 2004 yılında geçen kanunun süresini once 2008 sonra 2010 yılına kadar uzatmış ancak yüksek yargının hükümete muhalefet etmek gibi yüksek idealleri bulunduĝundan dosyalarla ilgilenmeye vakti kalmamıştır. Yüksek yargı esasen müthiş bir panik içerisindedir. Yapılan bunca organizasyona karşılık hükümetin dimdik ayakta kalması ve dahası Ak Partinin gelecek seçimde %50`nin üzerinde oy alacaĝı beklentisi yüksek yargı organlarının hakim kesimlerinde büyük bir umutsuzluĝa yol açmaktadır. Hal böyle olunca yüksek yargıçlar bu tahliyeleri curcunaya dönüştürerek adeta toplumun önünde Ak Partiyi haksız konuma düşürmek ve itibar kaybettirmek için ellerinden geleni yapmışlar ancak şapka düşünce kel görünmüştür.
Birilerinin artık bu “Beyaz ama Endişeli” kesime bundan böyle bu ülkede “Millete raĝmen” hiç bir şeyin yapılamayacaĝını öĝretmesi gerekiyor. Yoksa bu palyatif tedbirler milletin aklında olmayan bazı talepleri bile gündeme getirebilecektir.
Meselenin çözümü göründüĝü kadar kolay deĝildir. Meclisin yasal anlamda bazı tedbirler alması kısa vade için bir çözüm olabilir. Mesela bir sure sonra alımları tamamen durdurup sayıyı 200`de fix lemek üzere Yargıtay daki daire sayıları süratle artırılabilir. Mevcut dosyalar eritildikten sonra da üye atamalarına son verilebilir. Tebligat yasası ile Adli Tıp kurumunun yasaları deĝiştilip sürecin hızlanması saĝlanabilir. Danıştay habire „iptal“ etmemiş olsa hakim ve savcı açıĝını da bir anlamda kapatmak mümkündür.
Bölge istinaf mahkemeleri de tesis edilebilir. Ancak bunun sınırları çok iyi belirlenmezse süreyi kısaltacaĝım derken daha da uzamasına yol açılabilir.
Bütün bunlar iktidar tarafından süratle ortaya konulmuş olsa bile sorun çözülmez. Zira sorunun ana kaynaĝı maddi eksikliklere rĝmen maddi olmaktan ziyade „zihinsel“ dir. Tarihini hatırlamıyorum ama yakın bir geçmişte „TESEV“ tarafından yapılan bir araştırmada „Vatandaş ile Devlet arasında kaldıĝınızda kimin lehine davranırsınız“ sorusuna hakimlerimizin kahır ekseriyeti Devlet`ten yana diye cevap vermiştir. Bu araştırma bile hadisenin derinliĝini ortaya koymak için yeterlidir. Ancak yakın geçmişteki skandal kararlar meselenin zihinlere tasallut etmiş „ideolojik“ vesayetten ileri geldiĝini ifşa etmektedir.
Bütün bu kuşatılmışlıĝa raĝmen umutsuzluĝa mahal yoktur. Zira milletimiz olaya el koymuştur. Haziran seçimlerinde „Yeni ve Özgürlükçü“ bir Anayasa`ya kavuşmak için Ak Partiyi büyük bir oy yüzdesi ile tekrar iş başına getirmeyi planlayan milletin zencileri; azgın azınlık beyazlara da her türlü güvenceyi saĝlayacak fakat sadece imtiyazlarını ortadan kaldırıp, beyaz-zenci ayrımına son verecek, hür ve eşit vatandaşlardan oluşan ve sürekli gelişen bir Türkiye meydana getirmeyi kafaya koymuş bulunmaktadır.
Milletin kararı önünde hiç bir güç duramaz. Birileri istemese de milletimiz süratle deĝişiyor ve deĝişerek gelişiyor. Hamasi nutuklara, içi boş palavralara, kahvehane aĝızlarına, sokak fiyakalarına milletimiz pirim vermiyor. Aslında milletimiz eskiye oranla muazzam bir „Denetim“ mekanizmasını da devreye sokmuş bulunuyor. Bugün böyle söyler, yarın bir başka şey söylerim devirleri kapandı. Artık bu milletin önünde „Yargı Vesayeti“ yahut yargısal direnç de tutunamıyacaktır. Bundan böyle bu ülkede milletin istemediĝi hiç bir şeyin hayata geçirelemiyeceĝini herkesin öĝrenmesi gerekiyor. Buna raĝmen birileri bana „Millet“ lazım deĝil havalarına girerse onlar da millete lazım olmayacaktır.
Baki Selam ve Saygılarımla.
Ömer Erdem
Mainz/Almanya