Dokuzuncu Hariciye Koğuşu

İstanbul’un kenar mahallelerinden birinde annesiyle beraber oturan on beş yaşındaki bir çocuk, hastanede muayene odasının önünde beklemektedir. Hasta Çocuk, sol dizindeki meçhul bir hastalıktan dolayı yedi yıldır tedavi görmektedir. Birkaç kez ameliyat olmasına, türlü ilaçlar kullanmasına rağmen dizindeki iltihap bir türlü geçmemiştir. Bacağının kesilme tehlikesi vardır. Doktorlar, sargıyı açınca iltihabın şiddetli olduğunu görürler. İltihaplı bölgeyi pansuman ettikten sonra, çocuğun dizini yeniden sargıya alırlar. Doktorlar her zamanki gibi bacağın durumuyla ilgili olumsuz şeyler söylerler.

Sponsor Bağlantılar

 

Hasta Çocuk, hemen eve gitmez, içindeki sıkıntıyı atıp biraz moral depolamak için bir süre şehirde, kırlarda dolaşır. Hastalığıyla ilgili her şeyi unutmak ister. Evine gelir. Annesini üzmemek için doktorların söylediklerinin aksine olumlu şeyler söylemeye çalışır, fakat annesi her şeyin farkındadır.

Akşama doğru, uzaktan akrabaları olan emekli bir Paşa’nın evine, Erenköy’e gider. Hasta Çocuk, geceleri Paşa’ya eğlenceli ve maceralı romanlar okur. Paşa’nın on dokuz yaşında Nüzhet adında bir kızı vardır. Hasta Çocuğun kalbinde Nüzhet’e karşı güzel duygular uyanmaya başlar. Hasta Çocuk roman okurken, Paşa uykuya dalar. Hasta Çocuk ile Nüzhet bahçeye çıkarlar, havuz başında sohbet ederler. Nüzhet, kendisini Ragıp adında bir doktorun istediğini söyler. Bu haber Hasta Çocuğu üzer, ancak Nüzhet’in “Ragıp Bey beni istedi diye, ben de hemen evlenmiyorum ya… Hem ben daha on dokuz yaşındayım.” (s.23) sözleriyle bir parça teselli bulur. Geceleyin Nüzhet, Hasta Çocuğun odasına gelir. Bir süre konuşurlar. Hasta Çocuk, Nüzhet’i ilk kez öper. Nüzhet hiçbir şey söylemeden hemen odasına çıkar.

Hasta Çocuk ertesi gün hastaneye gider. Doktor Mithat Bey kendisiyle yakından ilgilenir. Doktorlar, mutlaka koltuk değneği kullanılması gerektiğini, hastalığının şakaya gelmeyecek derecede tehlikeli olduğunu söylerler. Doktor Mithat, hiç olmazsa baston kullanması için Hasta Çocuğu ikna etmeye çalışır.

Hasta Çocuk köşke gelir, Paşa’nın odasının önünden geçerken hararetli bir konuşmaya tanık olur. Odada Paşa, karısı, kızı Nüzhet ile hizmetçileri Nurefşan vardır. Herkes bir anda susar. Nüzhet’in annesi aynalı dolabın içine saklanır. Kendisinden gizli bir şeylerin konuşulduğunu anlayan Hasta Çocuk, ne yapacağını bilemez, bahçeye çıkar. Köşkteki herkesi kendisine yabancı hisseder. Bir süre sonra Nüzhet gelir, gizli şeyler konuşmadıklarını, annesinin o sırada soyunduğunu, bu yüzden aynalı dolaba saklanmak zorunda kaldığını söyler.

Hasta Çocuk, Nüzhet’in söylediklerine inanmaz, yatmak için odasına gider. Evin hizmetçisi Nurefşan, bugün Doktor Ragıp Bey’in annesinin Nüzhet’i istemek için geldiğini, bir-iki güne kadar söz kesileceğini, bir aya kadar düğün yapılacağını, sonbaharda ise doktorun, küçük hanımı Berlin’e götüreceğini, kendisinin odaya girdiğinde bu konuların konuşulduğunu söyler. Hasta Çocuk, Nüzhet’in kendisine yalan söylemesine çok kızar, üzülür, bunu kabullenemez.

“Nüzhet Bana Yalan Söyledi

Dünyanın hiçbir Nüzhet’i yalan söylememelidir.

Öyle bir yaşta idim ve öyle bir mizaçta idim ve çocukluğumda o kadar az oyun oynamıştım ve aldatmasını o kadar az öğrenmiştim ki, yalan bana suçların en ağırı  gibi geliyordu; ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil, eşyanın bile buna nasıl tahammül ettiğine şaşıyordum. Yalana her şey isyan etmelidir. Eşya bile: Damlardan kiremitler uçmalıdır, ağaçlar köklerinden sökülüp havada bir saniye içinde toz duman olmalıdır, camlar kırılmalıdır, hatta yıldızlar düşüp gökyüzünde bin parçaya ayrılmalıdır…” (s.49)

Yalanını yüzüne vurmak amacıyla köşk uykudayken, Hasta Çocuk sessizce Nüzhet’in odasına gider. Kendisiyle konuşmak istediğini söyleyerek, onu odasına çağırır. Nurefşan’dan her şeyi öğrendiğini, kendisine yalan söylenmesinden hoşlanmadığını söyler. Nüzhet’in mum ışığında yarı çıplak güzel bir genç kız görüntüsü, Hasta Çocuğa her şeyi unutturur. Hasta Çocuk ile Nüzhet öpüşürler.

“Mum ışığında yarı çıplak, ne kadar güzelleşiyor! Her kımıldanışında bazı bir çocuk, bazı bir genç kız, bazı da bir kadın beliriyor: Saçlarının gıdığından kurtulmak için başının yaptığı  ilcaî küçük sıçrayışlarıyla bir çocuk, gömleğinden kurtulan yarı çıplak bir omuzun yavaşça ve utangaç içeri kaçışıyla bir genç kız; ve arada bir, arzulu bir teneffüsle gerilen göğsünün ileriye çıkışı, kendini gösterişi ve kuvvetli kabarışıyla bir kadın.” (s.54)

Hasta Çocuk, ertesi güne neşeli bir ruh hâliyle başlar. Paşa’nın, yengesinin, Nüzhet’in tavırları sıcaktır. Yaşadığı mutluluğun bir anda yok olmasından korkar. Nüzhet’le, kükürt serpmek bahanesiyle bağa giderler. Bağda yaprakların arasında öpüşürler. Doktor Ragıp, Paşa’nın evine gelir. Hasta Çocuk da doktorla tanışır. Söz hastalığından açılınca Hasta Çocuk, rakibi -Doktor Ragıp- karşısında eziklik duyar. Hasta Çocuk hastaneye gider, durumu hiç de iç açıcı değildir. Ameliyat olması gerekmektedir. Doktor, ameliyat öncesinde on-on beş gün iyice dinlenmesini tembihler.

Sohbet sırasında Paşa, Hasta Çocuğa Doktor Ragıp’ı nasıl bulduğunu, bu adamın  Nüzhet’i mutlu edip edemeyeceğini sorar. Paşa’nın karısı, Hasta Çocuğun vereceği yanıtı merakla bekler. Hasta Çocuk, on dokuz yaşındaki bir genç kızın, kendisinden on altı yaş büyük bir adamla mutlu olamayacağını söyler. Bu yanıt, Nüzhet’in annesinin pek hoşuna gitmez, onu sinirlendirir. Zira, kızı ile Hasta Çocuk arasındaki yakınlaşmanın farkındadır. Paşa da bu yanıttan pek hoşlanmaz ve Hasta Çocuğu “Nüzhet senin kardeşin. Onunla beraber büyüdünüz. O senin kardeşin!” (s.67) diyerek anlamlı bir şekilde uyarır.

Dizine pansuman yaptırmak için eczaneye gidecek olan Hasta Çocuk, aşağı katta yemek odasın  önünden geçerken Nüzhet’le annesinin yüksek sesle tartıştıklarını duyar. Ne söylediklerini anlamak için kulak kabartır. Nüzhet’in annesi, Hasta Çocuğun bir “mikrop” olduğunu, evin her köşesine mikrop bulaştırdığını, kaşığına çatalına işaret koydurduğunu söyler, kızını azarlar. Kendisine “mikrop” denmesi, Hasta Çocuğu derinden yaralar. Hemen o akşam köşkten ayrılıp evine dönmeye karar verir. Erenköy eczanesinde pansumanların iyi yapılmadığını bahane ederek evine gitmek istediğini Paşa’ya söyler. Paşa, kendisinden bir gün daha kalmasını ister.

Ertesi gün, Hasta Çocuğun annesi köşke gelir. Paşa’nın karısının daveti üzerine o gece Doktor Ragıp’la annesi de yemeğe davet edilir. Yemekte Paşa ile Doktor Ragıp, Fransız kültürünü ve dilini öven konuşmalar yaparlar, Türkçenin yetersiz bir dil olduğundan dem vururlar. Hasta Çocuk bu boş konuşmalara daha fazla dayanamaz ve saldırıya geçer, Türkçenin güzelliklerinden bahseder. Tartışma giderek şiddetlenir, tehlikeli bir durum alır. Hasta Çocuk susmayı tercih eder.

“Uyuyamadım, ağrılarım arttı, fakat ruhî azabıma nisbetle çok asil, sade ve saf olan et ıstırabımı o gece sevdim.” (s.71)

Hasta Çocuk, annesi geldiği için köşkte birkaç gün daha kalır. Fakat köşkteki her şey değişmiştir: Geceleri Nüzhet’le havuz başında buluşmalar, gündüzleri kükürt serpmek için bağa gitmeler, Paşa’ya roman okumalar yoktur artık. Hasta Çocuğun gönlü gibi bedeni de kötü durumdadır. Rengi solar, ağrıları artar. Nüzhet, Erenköy’den bıktığını söyler. Hasta Çocuk, şayet elinde olsa nereye gitmek istediğini sorar. Nüzhet bir şeyleri ima edercesine Berlin’e gitmek istediğini söyler. Nüzhet bu yanıtıyla, Hasta Çocuğa ağır darbeyi vurur. Hasta Çocuk her şeyin bittiğini anlar, susar.

Hasta Çocuk ile annesi evlerine dönerler. Geceleyin müthiş bir
sancıyla sabahı zor eder. Sabahleyin hastaneye giderler. Dizindeki sargıyı açarlar, iltihabı temizlerler. Doktor Mithat Bey, Hasta Çocukla yakından ilgilenir. Hastanın durumu hiç de iyi değildir. Kesinlikle koltuk değneği kullanması ve dinlenmesi gerektiği söylenir. Hasta Çocuk evine gelir. Komşular, akrabalar, dostlar kendisini yoklamaya gelirler. Askerî hastanede çalışan bir dostu, Hasta Çocuğu, çalıştığı hastaneye götürür. Hastanedeki Alman ve Türk doktorlar Hasta Çocukla ilgilenir. Bacak üzerinde yirmi gün boyunca yeni bir tedavi yöntemini uygularlar. Mafsala sokulan demir borular içinden ilaç sıkarlar. Hasta Çocuk acılar içinde kıvranarak, baygınlıklar geçirerek dayanmaya çalışır; fakat onca zahmet ve eziyete rağmen, yapılan tedavilerin hiçbir yararı olmaz. Hasta Çocuk endişe içinde ameliyat olacağı günü bekler.

Hasta Çocuk, Nüzhet’i özler, onun hayaliyle avunmaya çalışır. Gözlerini her açtığında kendisini Erenköy’deki köşkte zanneder, dudaklarında Nüzhet’in dudaklarının tadını duyar. Doktor Mithat, Hasta Çocuğu ameliyat için hastaneye götürür. Ameliyathanenin kapısında bacağı kesilmiş genç bir hastayı görür. Operatörler, Hasta Çocuğun bacağındaki sargıyı çözerler. Yedi yıldır çektiği bu illetten kurtulabilmesi için bacağını feda etmesi gerektiğini söylerler. Hasta Çocuk, bacağının kesileceğini duyunca bayılır. Hastanede daha fazla kalamayacağını söyleyerek Doktor Mithat Bey’den kendisini eve götürmesini ister.

Hasta Çocuğu komşuları, akrabaları ziyarete gelirler. Son gelişmelerden Erenköy’dekilerin haberi yoktur. Ev her gün ziyaretçilerle dolup taşar. Bacağının kesilme korkusu Hasta Çocuğun hayatını zehreder.

“Vücudunun büyük bir parçasını kaybetmek hayaline bir saniye katlanamıyorum, içime baygınlıklar geliyor, ellerimle hasta bacağı tutuyorum ve onun ölümünü kendi ölümümden daha dehşetli buluyorum.

Giyinip soyunurken, pansuman yapılırken, minderin üstünde uzanırken, dakikalarca mahkûm uzvuma bakıyorum; her parçası, her hareketi, her yeni aldığı  şekil bana birçok düşünceler veriyor, canlanıyor, ehemmiyet kazanıyor ve öteki sağlam uzuvlar arasında idama mahkûm bir kardeş gibi, endişeli bir hareketsizlikle susuyor. Cellâdın bıçağına teslim olacak olduktan sonra senelerce bu işkenceyi niçin çekti? Niçin kan ağladı?

Onu testere altında tasavvur edemiyorum; keskin bir çeliğin kalın bir kemik üstünde yürüyüşü -hele çıkaracağı ses- tüylerimi ürpertiyor. Fakat tahayyül etmekten daima kaçtığım bu korkunç  tasavvur, en ummadığım zamanlarda beynime musallat oluyor. Evde bıçakla ekmek kesilmesine bakamıyorum.

Ameliyattan sonraki hâlimi düşünmek de ayrıca dehşet veriyor. Büyük bir uzvun boşluğunu hissetmeye nasıl dayanacağımı  anlamıyorum, bir diş çektirdikten sonra bile yerinde ağızdan daha büyük bir boşluk kaldığı  zannedildiği halde ayrılan bir bacağın yerinde kalan uçurumun baş  dönmesine nasıl alışılır?” (s.88-89)

Hasta Çocuk, Doktor Mithat’la hastaneye gider. Çocuğun bacağı son bir ümit olarak başka bir operatöre gösterilir. Operatör, hastanede aylarca kalmayı  göze alır ve üç-beş ameliyata dayanırsa bacağını  kurtarabileceğini söyler. Hasta Çocuk büyük bir heyecanla “Dayanırım!”  diye bağırır. Bacağının kesilmeyecek olması, Hasta Çocuğu yeniden hayata bağlar. Hasta Çocuk, Dokuzuncu Hariciye Koğuşuna yatırılır, burada derin bir yalnızlık duyar. Odanın karanlığı, sessizliği, çevresini kaplayan duvarlar… Yarı baygın bir hâlde Nüzhet’in adını sayıklar. Doktorlar Nüzhet’in kim olduğunu sorarlar. Hasta Çocuk ağlamaya başlar.

Annesi ile Doktor Mithat, Hasta Çocuğu ziyarete gelirler. Hasta Çocuk, ameliyatı büyük bir korku ve endişeyle bekler. Sonunda sıra kendisine gelir ve ameliyat olur. Yedinci pansumandan sonra operatör, bacağının kurtulduğunu söyler. Nüzhet ile Doktor Ragıp’ın perşembe günü nikâhlarının kıyılacağını öğrenir. Annesi ile Doktor Mithat, Hasta Çocuğu hastaneden çıkarmak için odaya girerler.

“Yarın hastaneden çıkacağım…

Dışarda yaşamaktan korkuyorum.

Burada ıstıraba ve tevekküle o kadar alıştım ki, onları  bırakırsam ruhumun bir parçası  kesilmiş gibi boşluk duyacağım; bırakmazsam isyansız nasıl yaşayacağım?

Kalanların bana karşı gıptalarına biraz merhamet de karışıyor. Nadir insanların bildikleri ince bir saadeti kendilerin hasrediyorlar. Hasta olmayanların bilmedikleri bu saadeti, ilerde, hiç olmazsa hatırlayabilsem.

Bir gün hastanelerde okunmak için bir roman yazsam ve bu notlarımı  içine karıştırsam…

Büyük bir hastalık geçirmeyenler, her şeyi anladıklarını  iddia edemezler.

İki hasta kadar birbirine yakın hiç kimse yoktur.

Hasta olmayanlar bizi ne kadar az anlayacaklar!” (108-109)

– S   O   N –

Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu Romanı