Mainz; 29.12.2010

Cumhuriyeti kuran iradenin imparatorluk bakiyesi karma topluma aldırış etmeden kendi bekalarını tedvin edecek yeni bir „ulus“ yaratma girişimi sonucunda memleketimizin ne büyük acılara maruz kaldıĝını artık bilmeyenimiz kalmadı.Savaşı birlikte kazanmalarına raĝmen Cumhuriyeti bir anlamda oldu bittiye getiren kadrolar adeta bir toplum mühendisliĝi titzliĝi ile „farklı“ olan ne varsa yasklama yoluna gittiler. Bu yasaklamalar karşısında direnen bütün güçleri de zecri tedbirler yoluyla imha etme yoluna girdiler. Özellikle dini-bütün bir hayatı tercih edenler ile kendi kimliĝini alenen yaşamak isteyenlere Türkiye dar edildi. Pozitivist yaklaşım ve anlayışlara ters düşen her türlü farklılıkların yok edilmesi için ülkede bir anlamda seferberlik ilan edildi.

Sponsor Bağlantılar

Bu arada özünde Batıdaki insanlarımıza göre daha dindar olan Kürt Halkı da yok sayıldı. Hatta bu halk üzerinde muazzam baskılar ve yıldırma projeleri sahnelendi. Başta analarından öĝrendikleri „Dil“ olmak üzere Kürdü Kürt yapan bütün deĝerlerin imha edilmesi için devlet gücü kullanılarak planlı projeler uygulmaya sokuldu.

Ancak Allahın koyduĝu fıtrat yasalarına karşı gelinerek yeni bir toplum üretmek mümkün deĝildi. Elmalarla armutlar bile bir arada toplanamazken Kürtler ile Türkleri karıştırıp yahut birini yok sayarak yeni bir ulus yaratmak kabil-i mümkün bir olay deĝildi. Ancak insana sadece „istatistik“ ilminin konusu olarak bakan bu yarı pozitivist kafa bunca tecrübeye raĝmen hala akıllanmış gözükmüyor. Batı`ya kayıtsız şartsız teslim olan Osmanlı saray bürokrasisi artıĝı pozitivist karanlık kafalı yarı aydın takımının devlet gücünü de arkasına alarak aradan geçen 80 yıl içinde ülkemizde %10 civarında „laikci“ bir kesim meydana getirdiĝi bir vakıa. Ancak bunca çabaya raĝmen bu bir başarı mıdır? Bu tartışmayı şimdilik bir kenara bırakalım.

Cumhuriyeti kuran kadroların kendi yönetim usullerine itiraz etmeyecek, sadece vergisini verip gerisine karışmayacak uysal vatandaşlardan oluşan „tek-tip“ bir ulus yaratma heveslerinin bu ülkeye çok pahalıya mal olduĝunu biliyoruz. Ancak bu uluslaştırma projesinde en fazla „torna“ tezgahından geçirilenlerin Kürt halkı olduĝu gerçeĝini de ifade etmemiz gerekir. Kürtler bu ülkede hem horlanmış, hem yasaklanmış ve hem de işkence ve şiddete maruz bırakılmıştır. Yaklaşık olarak 70 yıl boyunca böyle bir halkın varlıĝı bile inkar edilmiştir. Bütün bunlar doĝru. Ancak son 10 yıl içinde ülkemizin kronikleşmiş hemen her meselesine el atan Ak Parti hükümeti Kürt meselesi konusunda da ciddi adımlar atmaya başlamış ve meselenin çözümü için kolları sıvamıştır. Ak Partinin çözüm noktasında göstermiş bulunduĝu irade ülkenin içinden ve dışından bir çok kesimi rahatsız etmiş, özellikle bu meseleden „rant“ devşiren kesimler Ak Parti karşısında ittifak arayışı içerisine girmişlerdir.

Bu ülkede Kürt sorunu diye bir sorun var mıdır?. Evet.
Bu ülkede terör sorunu var mıdır?. Evet.
Peki bu meselenin çözüm yolu var mıdır?. Evet.

Ak Partinin onca çabasına raĝmen Türkiyenin hala çok otoriter bir yapıda olduĝunu kabul etmemiz lazım. Yani Türkiyenin daha ileri bir demokrasi standardına kavuşturulması gerekiyor. Avrupa tipi bir demokrasiye sahip olmamız halinde bu meselenin de diĝer kronik meseleler gibi çözülebileceĝi aşikar.

Kürtleri temsil ettiĝini söylemekte olan BDP, KCK, DTK ve Öcalan gibi unsurların ortaya attıkları akıl almaz öneriler ne olacak… Son olarak DTK`nın bir çalıştayı sonucu ortaya atılan taslak metin izahı mümkün olmayan taleplerin yanısıra “komün” tipi bir yapılanmayı savunacak kadar da geri ve sıradan bir çalışma olarak mahkum olmuştur. Zira bu taslak en hafif deyimle kötü bir “Kürtçü Manifesto” dan ibarettir.

Bu memlekette “Kürtçülük” yapanlar çıkarsa elbette karşısına “Türkçülük” yapanlar çıkacaktır. Bu durumda Türkçüler bir şehit cenazesi gelse de oy devşirsek diye beklerken Kürtlerde bir operasyon yapılsa da bunu oya tahvil edebilsek diye bekleyecektir. Halbuki hem Kürtçülük ve hem de Türkçülük murdar projelerdir. Zira bunlar birleştirmez, ayrıştırır. Pkk`nın meclisteki temsilcileri olarak görülen ve iradelerini Öcalanà teslim ettiklerini söylemekten imtina etmeyen BDP temsilcilerinin tamamının „secüler“ olması acaba bir tesadüf müdür? Elbetteki bu bir tesadüf deĝil, bir tercihtir. En az Türklerin bir kısmı kadar „laikci“ olan bu kişilerin dindar bir Kürt tabanından oy devşirme çabaları benim için çok anlaşılabilir bir durumdur. Zira bana göre Kürtleri temsil ettiĝini söylemekte olan bu laik ve secüler BDP`liler en az CHP`liler kadar laiktirler. Dahası yeni bir „Ulus“ yaratma projesinin de basit birer figüranıdırlar.

Zira kavganın aslı Kürtler ile Türkler arasında deĝil, beyazlar ile zenciler arasındadır. Beyaz Türkler zenci Türklere ne kadar düşman ise, Beyaz Kürtler de zenci Kürtlere o kadar düşmandırlar. Türk yada Kürt olsun farketmez; beyazlar, laik ve secülerdir yani tek dünyalıdırlar. Türk yada Kürt olsun zenciler ise mütedeyyin insanlardır, yani çift dünyalıdırlar.
Olaya serinkanlı olarak baktıĝımızda neden CHP, MHP ve BDP`nin aynı safta yer alabildiĝini daha iyi anlayabiliyoruz.

Son olarak şunu söylemek gerekir ki, Türkiyemizi bölgenin en büyük gücü ve küresel bir aktör yapma yolunda ciddi bir irade ortaya koymuş olan bu iktidarın „Demokratikleşme“ yolundaki engelleri cesaretle kaldırması halinde CHP, MHP ve BDP`ye raĝmen Kürt meselesini çözeceĝi kesindir.

Baki Selam ve Saygılarımla.

Ömer Erdem
Mainz/Almanya